*** Benoit Paul
Denis Joseph Marie Yves Hanquet’in ünlü sözü
Yolumuzu süsleyen sonbahar renkleri |
Aysun ve Emirhan parkın tadını çıkarırken |
Üç silahşörler |
Düşünen adamlar |
Köydeki evimiz |
Yaylım noktası |
Beydili köyü |
Oyun arkadaşım Emirhan'la |
En hazırlıklımız Benoit uyku tulumuna girdikten sonra üzerine yorgan da örtüyor |
Ertesi sabah 150-200 kişinin yaşadığı Çobanova köyüne doğru
yola koyulduk. Çobanova’daki köylüler bizi Beydili’ne bizim arabayla
gitmemizin imkansız olduğuna, mutlaka köydeki kamyoncuyla anlaşıp onun aracıyla
gitmemiz gerektiğine ikna ettiler. 15-20 kilometrelik toprak bir yoldan
gidiliyordu ve hava açık, yerler kuru olduğu için rahatlıkla kendi aracımızla
da gidebilirdik ama köylülerin ikna edici konuşmalarından sonra riske girmemeye
karar verdik. Biraz fırsatçılık mağduru olsak da yerel ekonomiye katkımız olmuş
oldu. Beydili köyü Çobanova’dan bile küçüktü. Köyde sadece 25-30 hane vardı ve
bunların birçoğu atıl durduğu için köy nüfusu 25-30 kişiyi geçmiyordu. Dağların
arasında izole bir yerde konumlanan köy diğerinden daha düşük bir rakımda
bulunduğundan kışları köylüler biraz daha ılıman havası olan bu köye
yerleşiyorlar, baharla birlikte geri dönüyorlar. Bütün evler bölgeyi kaplayan
yerel taş kullanılarak yapıldığı için doğayla uyum içinde görünen köyü biraz mesafede
taşlardan ve ağaçlardan ayırt etmek zordu. Köye elektrik Türkiye’nin birçok
köyünde olduğu üzere 1980’lerden sonra gelmiş, su hala dağ suyuyla beslenen
kuyu ve sarnıçlardan sağlanıyor ve sadece son 7 yıldır toprak bir yolla araç
ulaşımına açılmış. Bu yolun yapımını da sayısız başvurularını cevapsız bırakan
devlet yerine köylüler kendileri üstlenmişler. Yol açılana kadar tek ulaşım
seçeneği dağlardan uzunca bir yürüyüşmüş. Bölgede bol miktarda bulunan kekik
köylüler için keçi hayvancılığından sonra ikinci bir gelir kaynağı sağlıyor.
Bizi ağırlayan ailenin 3 yaşındaki oğulları Emirhan hemen grubumuzun maskotu
haline geldi ve bize yürüyüşlerimizde eşlik etti. Bir uçurumun kenarında yüksek
dağları yaran derin vadiye kuşbakışı bakan Yaylım noktasına bir yürüyüş yaptık.
Etkileyici manzara karşısında hepimiz kendimizce meditasyonumuzu yaptıktan
sonra köye döndük ve bizi bekleyen enfes bir akşam yemeğiyle karşılaştık.
Yemeklerimizi bitirip bir süre sohbet ettikten sonra yavaş yavaş yatma vaktinin
geldiğini düşünüyorduk ancak saatin henüz sadece 8 veya 9 gibi olduğunu görünce
şehir hayatının bütün kuru gürültüsünden ve boş koşturmalarından uzakta köyde
zamanın ne kadar yavaş geçtiğinin farkına vardık. Köydeki evlerin çoğu
birbirine benzer inşa edilmişlerdi ve genellikle iki oda, bir avlu ve ağıldan oluşuyorlardı.
Ailenin bize her iki odayı da hazırlamasına rağmen odalardan birinde soba bulunmadığı
için hepimiz yataklarımızı aynı odada sobanın etrafına serdik. Tam tatlı bir
uykuya dalmak üzereyken duvardaki ahşap gömme dolabın arkasından gelen tiz bir
hayvan sesi duyduk. Aysun hemen irkildi ve sesin gece biz uyurken gelip kulaklarımızı
ve burnumuzu yemeyi planlayan bir fareye ait olduğunu öne sürdü. Sonunda sesin sinek veya rüzgardan geldiğine
ikna ederek onu sakinleştirip tatlı uykumuza dalarken hepimiz dolabın arkasında
minik şirin bir farenin bizimle konuştuğunun farkındaydık…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder