18 Mayıs 2015 Pazartesi

KÜBA KÜBA KÜBA



Ülkedeki bütün okullu çocuklar aynı tatlı üniformaları giyiyorlar

…hiç aramanız gerekmeyecek; daha gözbebekleriniz Karayip güneşiyle tanışmadan başlayacak müzik: el pan, el pan, panadeerooooo.  Sabahın erken saatlerinde bisikletiyle sokakları gezen ekmek satıcısının sesindeki melodi daha sonra yerini bisiklet-taksilerden yükselen reggaeton müziğine, devlet binasının avlusunda bir genç kadının çaldığı arpın tınılarına, dans okulundan çıkan çocukların cıvıltısına, öğleden sonra casa de la trovalardan yükselen gitar seslerine ve akşamları salsanın ateşli ritimlerine bırakacak. Ve yapabileceğiniz en iyi şey her zaman müziği takip etmek, çünkü müzik sizi hiçbir zaman yanıltmayacak…

Jose ve Maria Küba müzikleri eşliğinde mojitolarını yudumlarken. Anne ve babamın isimlerini yerlilere öğretmeye çalışmak yerine onlara yerel isim seçtik.

En yaygın ulaşım araçlarından bisiklet taksi

Küba'nın en ünlü karelerinden, Havana'da Katedral Meydanı

Küba'da İsa da yerel halka uyum sağlayıp melez olmuş

…aynı insanları gibi. Evet, turistik şehirlerin merkezlerinde kendinizi yürüyen bir ATM gibi hissedebilirsiniz zaman zaman; herkes size bir şey satmaya çalışacak: restoran, taksi, puro, pansiyon, tur vs. Ancak “no, gracias” kadar basit ve kısa bir cümle yeterli onları uzak tutmaya. Ve insanların geri kalanı her zaman istekli sizinle koyu bir muhabbete girmeye. Şikayetlerini bile o bembeyaz dişlerini sergiledikleri gülüşleriyle dile getiriyorlar. Stres henüz icat edilmemiş buralarda. Ne bir şiddet ne bir kavgaya denk gelemezsiniz bu ada topraklarında, tabii domino oynayan amcalarla takılmıyorsanız. Domino ciddi mesele nihayetinde, insan sabrını kaybedebiliyor yeri geldiğinde. İnsanların bu rahatlığı sohbetle sınırlı kalmıyor tabii, işten eve gündelik hayatın her anında hissettiriyor kendini. Biraz ada insanı olmanın verdiği rehavet belki, pek çokça da komünizmin bilindik tembelliği uzun kuyruklar olarak somutlaşıp çıkıyor karşınıza. Yumurta mı alacaktınız, sıra, kasap, sıra, otobüs bileti, sıra, dondurma, sıra, postane, sıra, aceleniz neden ki…


Ne politika ne ekonomi domino kadar heyecanlandıramaz bu amcaları

Bir kadın ve bebeğinin mezarı şifa dileyen insanların akın ettiği bir yatıra dönüşmüş

Sıra sıra mezarlar

…geldiğiniz yerin aceleciliğini beraberinizde getirdiyseniz yapabileceğiniz en iyi şey kendinize hemen bir mojito ısmarlamak ve alacağınız her yudumda bu toprakların özünü taşıyan şeker kamışından yapılmış bu içkinin sizi dingin bir ada insanına dönüştürmesine izin vermek.  Veya Viñales’in tatlı anaslarıyla yapılmış piñacolada olabilir seçiminiz.  Bisikletle doğayı keşfe çıkmışsınız, yol kenarında bir mola veriyorsunuz ve bir Kübalı sizin için ağaca tırmanıp taze hindistan cevizi koparıyor, palasıyla kırdığı hindistan cevizinin içine çantanızda taşıdığınız romdan biraz ekleyin ve yerlilerin coco loco adını verdikleri bu içki adının hakkını vererek sizi mutluluktan deliye çevirsin. Tabii Roma’da Romalılar gibi davranmak gerek derseniz bunların hiçbiri size göre değil. Birayı sabah dokuz on gibi kahve niyetine içmeye başlayıp günü sek romla bitirmeniz gerek.  Ama unutmayın, aceleniz yok, yedi yıl varilde bekledi bu rom size ulaşmak için; ve üç yıl kurutuldu yan masada ucunu kahvesine batırıp yakan amcanın içtiği puronun tütünü.  Sen de yakmalısın bir tane. Yolda tanıştığın güzel insanlarla yudumlarken içkini bir terasta gurup vakti, üflemelisin dumanını önünde bütün görkemiyle duran kilisenin çatısındaki melek figürüne karşı. Veya bitirmişsin ısmarladığın birbirinden eşsiz deniz ürünlerini, kahveni de söylemişsin, bir de puro istemeyi unutma garsondan. Getirdiği sedir ağacından kutudan seç dilediğini, ama hemen alıp yakıyım deme, unuttun mu ya, acele yok. Yaslan arkana, bırak teniyle uyumlu puroyu alsın eline garson, kessin bir ucunu. Çakmakla yavaş yavaş, çevire çevire yaksın bir ucunu, sonra koluyla havada birkaç kez çevirip sağlasın yanmasını tütünün. Sonra yine çakmak yine kol hareketi, ve bir kez daha. Şimdi hazır puron sana, çıkarabilirsin keyfini…

Santiago de Cuba'da günbatımı

Kurutulmak için asılan puro yaprakları

Usta hünerli ellerini konuşturuyor

Üç günde beş şişe. Tanıştığımızda başlarına geleceklerden habersizlerdi!

…ama sanma ki bu keyfi her Kübalı seninle paylaşabiliyor. Senelerce ambargoyla yaşadı bu insanlar, ne ürettiklerini rahatça yurtdışına satabildiler, ne de temel ihtiyaçlarını ithal edebildiler. Dış destek olmadan sürdüremedikleri ekonomilerinde desteğin kesildiği yıllarda her Kübalının ortalama 10 kilo verdiği dönemler yaşadılar. Ve bu yoksunluk (yoksulluktan ziyade) yeni neslin ideolojisini (veya –sizliğini) şekillendirmiş. Her ülkede olduğu üzere nesilden nesle sönmüş devrim ateşi. Fidel’i destekleyen birini bulamazsınız pek yeni nesilde, Che’yi belki.  Fidel’den ziyade turizm bir kurtarıcı olarak görülüyor şu anda ülkede ve hummalı bir restorasyon çalışması var her yerde.  Zamanda donup kalmış yapıların üzerindeki tozlu örtüler kaldırılıyor birer birer ve ortaya çıkan şaşaa yan bina sakinlerinin basit yaşam koşullarıyla bir tezatlık oluşturuyor.  İki ayrı dünya oluşmaya başlıyor yavaş yavaş, turistler için makyajlanmış bir Küba ve her zaman açık bıraktıkları kapı ve pencereler sayesinde bütün çıplaklığıyla önünüzde duran, Kübalıların sade hayatları…

Devrimin ilk günlerinden bir kare: Che, Fidel, Camilo

Kapitalizm canavarını betimleyen bir duvar resmi

Che ve Çocuk heykeli



…hayatları makyajsız olabilir ama kadınları asla. Her sokakta bir bakkal bulamazsınız belki ama bir manikürcü mutlaka. Kişiliklerinin renkliliğini yansıtıyor her renkten tırnakları ve makyajları. File çorap ve geniş göğüs dekolteleriyle de sergiliyorlar bütün dişiliklerini sokaklarda. Kübalı erkekler de buna kayıtsız kalmıyor tabii, ıslıklar, komplimanlar havada uçuşuyor. Flörtleşmek ekmek ve su kadar hayatın bir parçası Kübalılarda. Sizli bizli cümleleri unutun, hayatım ve aşkım cümlenin olmazsa olmazları burada. Bu sıcaklıklarına birbirlerini selamlarken de tanık oluyorsunuz. Birbirlerine tek yanaktan iki, üç, dört kez sesli ve uzatarak verdikleri öpücüklere imrenmemek elde değil. Tabii böyle bir çalımla sokakta gezen her kadının bir süper model fiziğine sahip olduğunu da düşünmeyin. Kadınından erkeğine böylesine kallavi göbekli bir halk zor bulunur. Günlük su ihtiyaçlarını biradan karşıladıkları için olsa gerek görkemli göbekleri süslüyor sokakları. Ve bıyıkları kadınların!! Bir ergen erkeğinkinden daha gür, daha siyah ve daha uzun bıyıklı kadınlar görebilirsiniz Küba’da. Kişiliklerinin rahatlığı görünüşlerine de yansıyor bazılarında…


Üç silahşörler

Hatçikle İsa özel bir anı paylaşırken

Romeo ve Juliet bu akşam gösterime giriyor!!

Heykeltraş atölyesi

…ve bu rahatlığı oturdukları yere de taşımışlar sallanan sandalyelerle. Her evin demirbaş listesinde ilk sırayı alıyor sallanan sandalyeler. Her tarz ve çeşidiyle karşılaşmak mümkün bu sandalyelerin: ahşabından metaline, hasırından plastiğine, eski veya yeni bir sallanan sandalye müzesi ülke. Evlerindeki bu rahatı yolculuk ederken aramıyor ancak insanlar. Bir Kübalı gibi seyahat etmek isterseniz içine banklar monte edilmiş bir kamyon kasasında bulacaksınız kendinizi. Yolculuğun biraz daha uzun sürmesini önemsemeyin çünkü kucağında horozuyla yolculuk eden adamın yanında purosunu tüttüren bir başkasıyla hararetli muhabbetiyle, okul çıkışı doluşan lise öğrencilerinin yüksek sesle çaldıkları müzikle, bütün sarsıntıya rağmen kucağında büyük bir titizlikle yaş pasta taşıyan amcayla, her durakta binip inen yiyecek satıcılarıyla ve birbirinden renkli diğer görüntülerle nasıl geçtiğini anlamayacaksınız yolculuğun. Ve bu görüntülerin belleğinizde bırakacağı tatlı izler bütün sarsıntı ve sert bankların iki gün boyunca poponuzda bırakacağı acıyı unutturacak size (neredeyse). Kamyon fikri sizi açmadıysa rahat, yeni bir araba kiralamak da mümkün. Araba kiralayınca halktan soyutlamayın kendinizi ama. Otobanın kenarında bekleyen onlarca insandan birini gideceğiniz istikamete bırakabilirsiniz. Hatta yolunuzu kesip kenara çekmenizi söyleyen üniformalı insan size ceza yazmak için değil, otostopçuları geçen boş arabalara sırayla yerleştirmek için orada. İnsanlarla samimi bir sohbet etmek için kaçırılmaz bir fırsat işte size. Ve karma denen bir şey var hayatta. Arabaya aldığınız, iki saat uzaklıkta yaşayan sevgilisiyle buluşmaya giden genç kız beklenmedik şekilde patlayan lastiğinizi küçücük bir köyde kendi başınıza bulmanız imkânsız bir tamircide üç beş liraya değiştirmenize hiçbir karşılık beklemeden yardım edebilir mesela…

Kadınla domuzu dolmuş faytonda yolculuk ederken

Coco taksi

Dar ve kıvrımlı Camagüey sokakları

…karşılık beklemeden yapılan daha birçok şeyle karşılaşacaksınız Küba’da. Bunlardan en güzellerinden biri de her şehirde her meydanda sıklıkla düzenlenen halk konserleri. Bazen halk tarafından imece usulü düzenlenen ve isteyenin sırasıyla sahne alıp yeteneğini sergilediği, bazen de devlet korosunun Beatles’dan klasik müziğe geniş bir yelpazede profesyonelce çaldığı parçalardan oluşan bir konsere denk gelmek olağan bir durum Küba’da. Oturun bir kaldırım taşına ve ışıl ışıl sokak lambaları altında çıkarın keyfini müziğin. Neden bütün şehir burada konseri izlemeye gelmedi diye şaşırmayın ama, başka önemli şeyler de var televizyonda. Tercihinizi çekişmeli bir beyzbol maçından yana veya Türkiye’dekileri aratmayacak kalitede! pembe dizilerden yana kullanabilirsiniz. Hatta Binbir Gece’ye denk gelirseniz şaşırmayın, öyle ki Türkiye’den olduğunuzu söylediğinizde birçok insanın ilk söyleyeceği şeylerden biri bu dizi. Ama boşverin televizyonu, başka sürprizler bekliyor sizi sokaklarda. Hemen şurada, bir amcanın avluda kurduğu projektörle binanın beyaz duvarına yansıttığı filme bir göz atın. 1977’den kalma bir boks maçının görüntüsü karşılayacak sizi. Rakipleri söylemeye gerek var mı?? Küba Amerika’ya karşı tabii ki, bence müsabakayı kimin kazandığını söylemeye hiç gerek yok! Boks maçının heyecanı bir yana, akşam karanlığında, küçük bir avluda sizin gibi yoldan geçerken durup oturmuş iki üç kişiyle daha, duvara yansıyan siyah beyaz görüntüleri izlemenin keyfi bambaşka…

Her cumartesi düzenlenen sokak şenliklerinin olmazsa olmazı domuz çevirme


Sokakta konser veren devlet orkestrası

Bu sefer amatörler sahnede

…Küba’da siyah beyaz olan sadece eski filmler değil insanları da. Siyah, beyaz ve bu ikisinin karışımından ortaya çıkan her harika renkten insanla karşılaşacaksınız sokaklarda. Belki Amerika, Avrupa veya başka kıtalarda bulunmuş ve farklı ırklarda insanların bir arada yaşadıklarını gözlemlemişsinizdir. Ancak eminim ki hiçbir yerde insanların bu kadar “renk körü” olduklarına şahit olmamışsınızdır. Birbirlerinin ten renginin zerre kadar farkında olmayan insanlar Kübalılar. Yüzyıllar boyunca dünyanın farklı yerlerinden gelen insanlar tek bir potada erimiş ve ırk farkı gözetmeksizin yemeğiyle, giyimiyle, müziğiyle ortak bir Küba kültürü ortaya çıkarmış. Ve bu ortak kültür hiç beklemediğiniz bir anda hayatınızın en sıra dışı anlarından birini yaşatabilir size…

Baracoa

Baracoa'da rehberimiz


Suyun üzerindeki hasır barakalar kayık garajları


Aydınlık göründüğüne bakmayın, flaş olmasa zifiri karanlık bir mağarada yüzüyorsunuz

Hindistan cevizlerinin palayla yarılma sesini duyan domuzlar bir anda akın ediyorlar. Hindistan cevizlerini büyük bir iştahla yerken çıkardıkları homurtular bir koroya dönüşüyor.

Kakao meyvesi

…mesela sırtını yüksek bir tepeye dayamış Holguin şehrini ziyaret ediyorsunuz. Bilmem kaç basamak tırmanarak tepeye tırmanmışsınız ve soluklanıp aşağıdaki düzlükte kurulmuş şehri izlerken uzaktan davul sesleri geliyor kulağınıza. Yavaş yavaş aşağı inerken sesin geldiği yöne dikkat etmeye çalışıyorsunuz. Ancak aşağı indiğinizde şehrin gürültüsünde yitip gidiyor davul ve şarkı sesleri. Yine de içgüdünüze güvenip aramaya koyuluyorsunuz. Yürüdükçe şehrin kenar mahallelerine geliyorsunuz ve asfalt yol toprağa, evler sıvasız, yarı bitirilmiş bir hale bürünüyor. Tam ümidi kesmek üzereyken kendinizi müziğin geldiği evin duvarla çevrili bahçesinin önünde buluyorsunuz. Meraklı bakışlarla toprak bahçede toplanmış otuz kadar insanı izlerken sonunda beklediğiniz soru geliyor ve içeri davet ediliyorsunuz.  Bahçeye girmenizle bu sefer bütün meraklı bakışlar sizin üzerinizde toplanıyor. Önce sizi bir kadının önüne getiriyorlar. Kadın delici bakışlarla gözlerinizin içine odaklanmışken vücut diliyle bir şeyler anlatmaya başlıyor ve yanında duran genç kız size bir çeşit kâhin olduğunu öğrendiğiniz kadının anlattıklarını çeviriyor. Kadın çok tutarlı bir şekilde yaptığı karakter analiziyle sizin ilginizi çekmeyi başarıyor ve birkaç tavsiyede bulunuyor. Bahçenin bir köşesinde dört beş erkek önlerindeki davullarla durmaksızın ritim tutuyor, diğer beş on kişi bir yandan dans edip bir yandan ilahiler söylüyorlar ve kalabalığın geri kalanı da ritmik alkışlarla eşlik ediyorlar. Bahçenin arka tarafında baraka gibi bir odada törenin düzenlenme sebebi olan azizin resmi duvarda asılı duruyor ve altında duran masanın üzeri kutlamaya gelen herkesin getirdiği yemek, rom ve purolarda dolu duruyor. Bahçenin bir diğer köşesinde kurulan ateşin üzerinde büyük bir kazanda yemek pişiyor. Yerdeki bir leğende ahşap bir haçla birlikte bir takım kutsal otlar suyun içinde yüzüyor.  Bahçedekilerle biraz sohbet edince kendinizi Afrika yerlilerinin Küba’ya getirildikten sonra dinlerini devam ettirebilmek için kendi tanrı ve inanışlarını Hristiyan sembolleriyle harmanlayarak geliştirdikleri Santeria dininin azizlerinden Ogun’un (Hristiyanlıkta ki karşılığı St. Peter) doğum günü kutlamalarının ortasında bulduğunuzu anlıyorsunuz.  Bir nevi zikir olan müzik, dans ve ilahiler aralıksız devam ediyor, sizi de dans edenlerin aralarına katıyorlar. Azize sunulan romlar bir bardağa boşaltılıp elden ele dolaştırılıyor ve herkes bir yudum alıp yanındakine uzatıyor. Bazıları kendilerinden geçiyorlar ve şuurlarını kaybetmiş bir şekilde başka bir kimliğe bürünüyorlar, bir kadın tavuğa dönüşüyor, saçına özel bir tülbent bağlanıp tavuk tüyü konuluyor, bir diğer genç adam iki büklüm yaşlı bir adama dönüşüyor, onun da eline bir baston iliştiriliyor. Sonra onları bu transtan çıkarmak için kâhin kadınlar geliyor, leğendeki kutsal suyla yıkıyor, vücutlarını sertçe sallayıp tokatlıyor ve sonunda tekrar kendilerine getiriyorlar. Elden ele dolaşan rom su gibi akıyor. Masada duran purolar dağıtılıyor ve Küba’da içeceğiniz en güzel puroyu yakıyorsunuz. Elinde purosuyla gelen kâhin kadın ayaklarınızdan başlayarak başınıza kadar puro dumanını üstünüze üfleyerek sizi tütsülüyor. Daha sonra elinde rom şişesiyle bahçede gezinip istediklerini baştan aşağı romla yıkıyor. Siz de ruhun ve bedenin arınmasını sembolize eden bu tecrübeden geçiyorsunuz. Geldiğinizden beri saatler geçmesine rağmen müzik ve şarkılar durmaksızın devam ediyor. Hava kararınca önce masadaki yemekler herkese yetecek parçalara bölünüp kâhin kadınlar tarafından elle herkese yediriliyor, sonra kazanda pişen etli pilav kaplarla dağıtılıyor ve herkes payına düşeni elleriyle yiyor. Öğleden sonra iki gibi geldiğiniz yerden akşam on gibi ayrılırken bütün gün içilen romdan ziyade aralıksız çalan müzik ve danstan ve belki de en çok da gün boyunca yaşadıklarınızın gerçek dışılığından dolayı farklı bir sarhoşluk ve trans haliyle odanızın yolunu tutuyorsunuz.  Odada kendinizi duşa attığınızda henüz birkaç dakika öncesine kadar yaşadıklarınız gerçekle hayal arasında görünmeye başlıyor bile. Yatağa uzandığınızda hayatta bir kez yaşayabileceğiniz tecrübelerden birini yaşamış olmanın mutluluğuyla tatlı bir uykuya dalıyorsunuz…



Casa de la Trova'da sahne alan bir çift


… barındırdığı birçok güzelliğin içerisinde en güzel yanı insanları olan bu ülkede yapabileceğiniz en iyi şey her zaman müziği takip etmek, çünkü müzik sizi hiçbir zaman yanıltmayacak…