14 Aralık 2013 Cumartesi

ISPARTA / "Arkadaşlar, bu bir Roma yolu!!!"*** (6.Gün)

*** Benoit Paul Denis Joseph Marie Yves Hanquet’in ünlü sözü


İşler halde bir Roma çeşmesi


Sagalassos antik kenti




Turumuzun son gününde sadece Sagalassos’u ziyaret edecek kadar vaktimiz vardı. Antik kentin tarihinin çok daha eskilere dayandığı düşünülse de bugün gördüğümüz buluntular Grek-Roma dönemine ait. Başarılı bir kazı çalışması yürütülmekte ve mevcut haliyle bile kesinlikle görülmesi gereken bir antik şehir. Türkiye’de hala işler halde bulunan tek Roma çeşmesi de bu örende. Antik çeşme ayağa kaldırıldıktan sonra arkeologlar çeşmeyi 2000 yıl önce besleyen aynı su kaynağıyla beslemeyi başarmışlar. Kaçırılmaması gereken bir fırsat daha çıkmıştı ve günün anı antik Roma çeşmesinden su içmek oldu. Ören ziyaretimizi bitirince etkileyici bir doğada güzel insanlarla geçen bu turu tamamlamak üzere havalimanına doğru yola koyulduk. 

ISPARTA / "Arkadaşlar, bu bir Roma yolu!!!"*** (5.Gün)

*** Benoit Paul Denis Joseph Marie Yves Hanquet’in ünlü sözü


Yazılı Kanyon'da duvarda Epiktetos'a atfen yazılmış şiir


Şiirin Türkçe tercümesi



Kanyonun buz gibi sularının çağrısına kayıtsız kalamazdım

Turumuzun sonuna yaklaşıyorduk ve hala görmek istediğimiz yerler vardı, dolayısıyla kekik balıyla taçlandırılmış leziz kahvaltımızı yaptıktan sonra bizi geri götürmesi için kamyon şoförünü çağırdık. Köyden arabamıza atlayıp Yazılı Kanyon’a doğru yola koyulduk. Kanyon adını burada bir kayaya kazınmış, büyük düşünür Epiktetos’a adanmış bir şiirden almakta. Şiirin sözleri bugün de geçerliliğini korumakta. Kanyon’a varınca ilk iş burada yıl boyu coşkuyla akan buz gibi sularda yetiştirilen alabalıkların tadına baktık. Sonra turuncu, yeşil ve sarının her tonuyla süslü ağaçların arasından hoş bir yürüyüşe çıktık. Eğirdir Gölü’nde olduğu üzere burada da su çok çekici görünüyordu ve suyun buz gibi olmasına rağmen bu sefer fırsatı kaçırmamaya kararlıydım. Suyun içinde sadece bir dakika kalabilmeme rağmen girdiğime değdi. Biraz kekik çayıyla ısındıktan sonra geceyi geçireceğimiz Ağlasun’a doğru yola çıktık. Kasabaya vardığımızda yemek yeri ararken ertesi gün öğle üzeri İstanbul’a dönmeden önce görmek istediğimiz Sagalassos antik kenti hakkında bilgi panolarına denk geldik. Panoda belirtilen telefon numarasını aradığımızda açan olmadı. Bir iki dakika sonra aradığımız numaradan toplantıda olduklarını, bize bir iki saate döneceklerini belirten bir mesaj geldi. Ve dedikleri üzere iki saat sonra aradıklarında telefonu açıp kendimi bile tanıtmadan, gayri resmi bir şekilde antik şehir hakkında bilgi almak için aradığımızı, birkaç sorumuz olduğunu vs. belirttim. Konuşmamı bitirdiğimde kısa bir süre sessizlik oldu, bana kibarca kim olduğumu sorduktan sonra kendisini Ağlasun Belediye Başkanı olarak tanıttı. İlk şaşkınlığımı attıktan sonra sesimi daha ciddi ve kibar bir tona çevirdim ve saat gece 10 olmasına rağmen buluşmaya karar verdik. Buluşma yerinde Ağlasun Belediye Başkanı Aydın Kaplan Bey bizi oldukça sıcak karşıladı. Yaptığı işi seven, enerjik ve şehirle ilgili güzel projeleri olan bir insandı. Soğuk, bürokratik, ve yüksek egolu politikacıların arasında bir istisnaya denk gelmek hepimizi sevindirdi. 

ISPARTA / "Arkadaşlar, bu bir Roma yolu!!!"*** (4.Gün)

*** Benoit Paul Denis Joseph Marie Yves Hanquet’in ünlü sözü


Yolumuzu süsleyen sonbahar renkleri

Aysun ve Emirhan parkın tadını çıkarırken

Üç silahşörler

Düşünen adamlar

Köydeki evimiz


Yaylım noktası

Beydili köyü

Oyun arkadaşım Emirhan'la


En hazırlıklımız Benoit uyku tulumuna girdikten sonra üzerine yorgan da örtüyor

Ertesi sabah 150-200 kişinin yaşadığı Çobanova köyüne doğru yola koyulduk. Çobanova’daki köylüler bizi Beydili’ne bizim arabayla gitmemizin imkansız olduğuna, mutlaka köydeki kamyoncuyla anlaşıp onun aracıyla gitmemiz gerektiğine ikna ettiler. 15-20 kilometrelik toprak bir yoldan gidiliyordu ve hava açık, yerler kuru olduğu için rahatlıkla kendi aracımızla da gidebilirdik ama köylülerin ikna edici konuşmalarından sonra riske girmemeye karar verdik. Biraz fırsatçılık mağduru olsak da yerel ekonomiye katkımız olmuş oldu. Beydili köyü Çobanova’dan bile küçüktü. Köyde sadece 25-30 hane vardı ve bunların birçoğu atıl durduğu için köy nüfusu 25-30 kişiyi geçmiyordu. Dağların arasında izole bir yerde konumlanan köy diğerinden daha düşük bir rakımda bulunduğundan kışları köylüler biraz daha ılıman havası olan bu köye yerleşiyorlar, baharla birlikte geri dönüyorlar. Bütün evler bölgeyi kaplayan yerel taş kullanılarak yapıldığı için doğayla uyum içinde görünen köyü biraz mesafede taşlardan ve ağaçlardan ayırt etmek zordu. Köye elektrik Türkiye’nin birçok köyünde olduğu üzere 1980’lerden sonra gelmiş, su hala dağ suyuyla beslenen kuyu ve sarnıçlardan sağlanıyor ve sadece son 7 yıldır toprak bir yolla araç ulaşımına açılmış. Bu yolun yapımını da sayısız başvurularını cevapsız bırakan devlet yerine köylüler kendileri üstlenmişler. Yol açılana kadar tek ulaşım seçeneği dağlardan uzunca bir yürüyüşmüş. Bölgede bol miktarda bulunan kekik köylüler için keçi hayvancılığından sonra ikinci bir gelir kaynağı sağlıyor. Bizi ağırlayan ailenin 3 yaşındaki oğulları Emirhan hemen grubumuzun maskotu haline geldi ve bize yürüyüşlerimizde eşlik etti. Bir uçurumun kenarında yüksek dağları yaran derin vadiye kuşbakışı bakan Yaylım noktasına bir yürüyüş yaptık. Etkileyici manzara karşısında hepimiz kendimizce meditasyonumuzu yaptıktan sonra köye döndük ve bizi bekleyen enfes bir akşam yemeğiyle karşılaştık. Yemeklerimizi bitirip bir süre sohbet ettikten sonra yavaş yavaş yatma vaktinin geldiğini düşünüyorduk ancak saatin henüz sadece 8 veya 9 gibi olduğunu görünce şehir hayatının bütün kuru gürültüsünden ve boş koşturmalarından uzakta köyde zamanın ne kadar yavaş geçtiğinin farkına vardık. Köydeki evlerin çoğu birbirine benzer inşa edilmişlerdi ve genellikle iki oda, bir avlu ve ağıldan oluşuyorlardı. Ailenin bize her iki odayı da hazırlamasına rağmen odalardan birinde soba bulunmadığı için hepimiz yataklarımızı aynı odada sobanın etrafına serdik. Tam tatlı bir uykuya dalmak üzereyken duvardaki ahşap gömme dolabın arkasından gelen tiz bir hayvan sesi duyduk. Aysun hemen irkildi ve sesin gece biz uyurken gelip kulaklarımızı ve burnumuzu yemeyi planlayan bir fareye ait olduğunu öne sürdü.  Sonunda sesin sinek veya rüzgardan geldiğine ikna ederek onu sakinleştirip tatlı uykumuza dalarken hepimiz dolabın arkasında minik şirin bir farenin bizimle konuştuğunun farkındaydık…

ISPARTA / "Arkadaşlar, bu bir Roma yolu!!!"*** (3.Gün)

*** Benoit Paul Denis Joseph Marie Yves Hanquet’in ünlü sözü


Su pompasından kamyonet motoruna metaformoz, nam-ı diğer Patpat

Göz hakkımız ayvaları toplarken

Büyük ihtimal kurban bayramından kalma bir koç kafası

Benoit bizden sonra gelecek dağcılar için işaret bırakırken



Bölgeyi felakete sürükleyen birçok mermer ocağından sadece biri

Hanife Teyze'nin ikramlarının tadını çıkarırken

Hanife Teyze'nin keyifli hikayelerini dinlerken


Aysun buzağıyı beslerken

Sevgili Hanife Teyzemiz

Gün sonunda otelde

Ertesi günün programı Gümü ve Sütçüler köyleri arasında beş saat sürecek bir yürüyüştü. Benoit’nın arkadaşlarının da katılımıyla Gümü’den başlayan ve küçük köyler ve tarım arazileriyle bezenmiş harika manzaralı bir yoldan yürüyüşümüzü yaptık. Yol boyunca rahatsız edici tek görüntü her dağın başında beliren ve çevreyle beraber köylülerin de yaşamlarını alt üst eden mermer ocaklarının varlığıydı. Mermeri çıkarmak için binlerce ağacı kesip temizledikleri alanlara ilaveten ocaklardan yayılan mermer tozu bitkilere verdiği zarardan dolayı tarımı imkansızlaştırırken köylüler için de ciddi sağlık sorunlarına yol açıyor. Köylüler özel firmaları destekleyen ve çevre kanunlarına rağmen onlara bu hakkı tanıyan devlete karşı çaresiz hissediyorlar. Birkaç sene içerisinde buraları aynı şekilde bulamayacak olmak fevkalade endişe verici bir düşünce. Dört saatlik bir yürüyüşten sonra Benoit’nın bir önceki turunda arkadaşlık kurduğu birinin köyü olan Karapınar’a geliyoruz. Benoit’nın arkadaşı kış aylarında İstanbul’un sokaklarında sahlep satmak üzere bir hafta önce gitmişti. Sütçüler bölgesinde yetişen yabani bir orkidenin kökünün kurutulup toz haline getirilmesiyle elde edilen sahlebi köylüler hem toz olarak hem içecek olarak satıyorlar. Neyse ki arkadaşının eşi evdeydi ve bizi evine buyur etti. Anadolu insanının efsanevi misafirperverliğiyle bize hemen bir sini atıştırmalık ve çay hazırladı. Bizi o kadar rahat ettirdi ki birkaçımız yumuşak minderlerde tatlı bir uykuya daldı. Biz Hanife Teyze’nin hoş sohbetinin tadını çıkarırken Benoit ve arkadaşı gidip arabayı getirmek üzere ayrıldılar. Hanife Teyze bize ailesinden ve hayatından, eskilerin nasıl 9 çocuk yaptıklarından, sonraları bunun 7’ye, kendi zamanında 5’e, ve şimdilerde 2-3’e düştüğünden bahsetti. Köyden şehre göç eden oğullarından bahsederken gözleri doldu ve tek dileğinin onların köyde, yakınlarında yaşamaları olduğunu belirtti. Bize gençlik yıllarında eşi askerdeyken mektuplaşmalarından da bahsetti. Mektupları kendisi yazmasına rağmen görümcesinin ağzındanmış gibi yazıyormuş ve onun adıyla imzalıyormuş. Bunun sebebini önce çözemesek de Hanife Teyze bizi aydınlatmakta gecikmedi. Askeriyeye giden mektuplar önce kontrolden geçtiği için bir karı koca arasındaki yazışma da ayıp sayılacağından bu yola başvuruyormuş. Bugün bize her ne kadar garip ve komik görünse de o günlerin sosyal dinamikleri, tabuları ve bakış açıları ışığında olağan bir durum.  Daha şok edici bir diğer hikayesi ise bir akrabaları için gerçekleştirdikleri kız kaçırma serüveniydi. Mevzu bahis akraba köyden kendisine bir kız seçer ve gidip kızın ailesinden ister. Ancak aile kızı vermez, bir süre sonra bir başkasıyla evlendirirler. Bunun üzerine misilleme olarak damat adayımız kızın kız kardeşini kaçırmaya karar verir ve bütün akrabalar bir araya gelip şeytani bir plan hazırlarlar. Hanife Teyze’nin görevi baskın sırasında ev sakinlerinin yüzlerine atıp onları geçici olarak kör edecek, is ve biber karışımıyla elde edilen bir nevi ev yapımı biber gazını (tozunu) hazırlamaktır. Baskın için kasabadan bir iki kabadayıyı kiralık olarak tutmayı da ihmal etmezler. Baskın bir iki ufak pürüz dışında başarılı geçer. Biber tozunu herkesin tam gözüne isabet ettiremediklerinden hane halkından bazıları peşlerinden kovalar ve ateş açar. Açılan ateşte damat da dahil üç kişi yaralanır, ancak istediklerini, yani olan bitenden hiçbir haberi ve rızası olmayan zavallı kızcağızı kaçırırlar. Yaralananlarda ciddi bir şey yokmuş neyse ki. Bir süre kızı saklı tutunca sonunda kızın ailesi de evliliğe razı olur ve evlenirler. Biz şok içerisinde Hanife Teyze’yi dinlerken hikayenin kıssadan hissesi Hanife Teyze’den geldi. Bugüne kadar evli olmalarına ve birçok çocuk sahibi olmalarına rağmen hiçbir zaman mutlu olamamışlar, hep bir şeyler eksik kalmış. Dolayısıyla Hanife Teyze’nin bize nasihatı “Kız kaçıracaksan önce kızın rızasını al, gönülsüz kızı kaçırma” oldu!!  Hanife Teyze’nin hoş sohbetiyle zaman su gibi akıp geçti ve ayrılma vakti geldi. 

ISPARTA / "Arkadaşlar, bu bir Roma yolu!!!"*** (2.Gün)

*** Benoit Paul Denis Joseph Marie Yves Hanquet’in ünlü sözü


Bağören Köyü



Çiçek gibi açmış narlar

Narları mideye indirirken

Barla köyü

Adada'da bizi karşılayan gökkuşağı

Ünlü Roma yolu, günün en etkileyici anı


Sabah olduğunda Eğirdir Gölü berrak sularından yansıyan gün ışığıyla çok davetkar görünüyordu. Yılın bu zamanında güneşli, açık bir havaya denk geldiğimiz için şanslıydık. Benoit hemen payı kendine çıkardı ve havanın bile mükemmel organizasyonunun bir parçası olduğuyla övündü. Kahvaltıdan sonra arabayla kısa bir mesafede bulunan Bağören köyüne gittik. 20-25 hanesiyle oldukça küçük olan köydeki birçok ev de kullanılmıyordu. Seyahat boyunca uğrayacağımız hemen hemen her köyde aynı manzarayla karşılaşacaktık. Genç nüfusun kent yaşamını tercih etmesiyle köylerde yaşayan birkaç ihtiyardan başkasını bulmak zor olacaktı. İki saatlik bir yürüyüşten sonra bizi açmış bir çiçek gibi patlamış ve koparma, soyma, ayıklama zahmetine katlanmadan meyvesini sunan bir nar ağacıyla Barla köyüne vardık. Hüseyin narların bu şekilde ağaçta çatlayıp yarılmalarının kuraklıktan sonra gelen şiddetli yağmur sularını ağacın fazlasıyla emmesiyle gerçekleşmiş olabileceğini açıkladı. Yıllık nar ihtiyacımızı ağaçtan karşıladıktan sonra bizi aracımızı bıraktığımız noktaya geri götürecek bir vasıta bulduk. Benoit’nın gezinin sonraki iki günü için bize katılacak olan arkadaşlarıyla buluşmak üzere Sütçüler’e doğru yola çıkmıştık ki antik Grek-Roma kenti Adada için bir tabela gördük. Havanın kararmasına az bir zaman kalmasına rağmen günü en iyi şekilde değerlendirip burada da durmaya karar verdik. Bu sefer bizi karşılayan bir nar ağacı değil, bütün ihtişamıyla karşımızda duran bir gökkuşağıydı; evren bu turda bizden yana çalışıyordu. Antik kenti gezdikçe Benoit bize en çarpıcı yerin biraz daha aşağıda olduğunu söyleyip durdu ve biz de bu çarpıcı yerin ne olduğunu bilmeden onun sözünü dinleyerek dağdan aşağı inmeye devam ettik. Her dakika azalan gün ışığıyla alacakaranlık çöküyordu. Hüseyin ve ben biraz daha hızlı ilerleyip ne kadar daha gitmemiz gerektiğini ve karanlık çökmeden yapılıp yapılamayacağını görmeye karar verdik.  Dağın tepesindeki antik kentten başlayıp bir anda önümüzde açılan geniş vadiden aşağıya inen, düzgün büyük taşlarla döşenmiş bir Roma yoluna geldik. Benoit’nın bahsettiği çarpıcı anın bu muhteşem Roma yolundan etkileyici vadi manzarasıyla inmek olduğuna karar kıldık. Yağmur şiddetleniyordu, ortalık sisliydi, hava git gide daha da kararıyordu, ve hep beraber geri dönüp yukarı çıkmak için fazla aşağı inmiştik. Benim dönüp arabayı alarak onlarla aşağıda buluşmamı kararlaştırdık. Aşağı ulaşmaları biraz zaman aldı ve ulaştıklarında Aysun’un bacakları ıslak zeminde kayıp düşmemek için kendini kasıp Benoit’ya sıkı sıkı tutunmaktan titriyordu. Vücudu bitkin düşmesine rağmen ruhu hala dinamik ve olumluydu, böylece karanlıkta ve yağmur altında Roma yolunda yaptığımız yürüyüş ilk günümüzün en etkileyici anı oldu. 

ISPARTA / "Arkadaşlar, bu bir Roma yolu!!!"*** (1.Gün)

*** Benoit Paul Denis Joseph Marie Yves Hanquet’in ünlü sözü


Araç kiralama çalışmaları

Eğirdir Gölü

Rakı sofrası, bir günü bitirmenin en güzel yolu

Alışageldiği üzere havalimanına en son ben vardım ve her zamanki gibi (neredeyse her zaman) tam zamanındaydım. Seyahat arkadaşlarım Benoit, turun organizatörü, lideri ve süper kahramanı, tatlı eşi Aysun ve güzel insan Hüseyin beni uçağa biniş kapısında bekliyorlardı. İstanbul’dan Isparta’ya uçuş sadece bir saat sürmesiyle Aysun’un sohbet girişimleri altında gazeteyi okumaya yetecek kadar bir zamandı. Isparta’ya vardığımızda ilk hedefimiz bir kiralık araba bulmaktı ve fazla zorlanmadan bu gerçekleşti. Birkaç soruşturmadan sonra LPG ile çalışan Fiat Albea model bir araçta karar kıldık. Hiçbirimiz daha önce LPG’li bir araç kullanmamıştı, artı ve eksilerini pek bilmesek de tek bildiğimiz arkadan birisi çarptığında tankın patlama olasılığıydı. Bu olasılığın gerçekleşmesinin o kadar da sıkıntı yaratmayacağına karar vererek arabayı kiraladık. İşlemlerin bitip biz yola koyulana kadar havanın kararmasıyla vakit kaybetmeden ilk durağımız olan Eğirdir Gölü’ne gitmeye karar verdik. Göller bölgesinin ikinci büyük gölü Eğirdir’de bizi Charly’s Pansiyon’un sahibi İbrahim Bey karşıladı. Benoit bölgeye daha önce birçok kereler yürüyüş turu rehberi olarak geldiği için bölgede tanıdığı birçok insan vardı. İbrahim Bey bize Mayıs-Haziran aylarında düzenledikleri gül hasadı turlarının bir videosunu gösterdi. Gülleriyle ünlü Isparta’nın çokça ihraç ettiği gül yağının nasıl elde edildiğini görmek keyifli ve öğretici oldu.