|
Süleymaniye köy evleri |
|
Süleymaniye Köyü Etnografya Müzesi |
|
Köyün baştan aşağı mermer kaplı umumi tuvaleti |
|
Köy kahvesi |
Bir önceki günün yorgunluğunu
adalelerden ibaret vücutlarımızın her bir limesinde hissederek uyandığımızda
hâlâ yağmakta olan yağmur bize aradığımız bahaneyi sunmuştu: bu yağmurda
yürümek akıl kârı değildi, bir çılgınlık olurdu, ve biz böyle toy heveslere kendimizi
kaptıracak yaşı çoktan geçmiştik, evet evet, kesinlikle köyde kalıp yağmurun
dinmesini beklemeliydik. Ve karar verildi, uykular uzatıldı, bizden yayılan
miskinlik topluca kaldığımız odanın her bir köşesini kapladı. Miskinlik de bir
yere kadardı, oturmaya mı geldik deyip köyü keşfe çıktık. Köy şaşırtıcı
derecede temiz ve bakımlıydı, evler bir Anadolu köyünü değil de İsviçre
Alplerini andırıyordu. Tek eksik insanlardı. Küçük köyü baştan sona gezip
tekrar köy kahvesine uğradığımızda daha sonra uğrayacağımız bütün köylerde
tanık olacağımız üzere bütün köy halkının şehirlere, genellikle İstanbul ve
Antalya’ya göç ettiklerini, köyde 60-80 ihtiyardan başka kimsenin yaşamadığını
öğrendik. Kahve önceki akşama göre daha hareketliydi ve mevcut köy nüfusunun yüzde
25’ine denk gelen 15-20 kişiyi barındırıyordu. Tabii ki herkesin odak noktası
bizdik ve kahveye her yeni gelene bizi hangi rüzgârın köylerine attığı
anlatılıyordu. Takip ettiğimiz kervan yolundan bahsettiğimizde kahveci abi
başta olmak üzere herkesten itiraz sesleri yükseldi ve bize gerçek kervan
yolunun köylerinden geçtiğini, bizim önceki gün ulaşmamız gereken ancak
varamadığımız Değirmenlik köyünün kervan yoluyla alakasının bile olmadığını belleklerimizde
iyice yer etmesi için tekrar tekrar dinledik. Belli ki iki köy arasında
Galatasaray Fenerbahçe çekişmesini aratmayacak bir husumet söz konusuydu; işte
onlar aynı şehrin iki yaramaz çocuklarıydılar! Muhabbet ilerledikçe biz onlara onlar bize
ısınıyordu (gerçi bir önceki gün kahveci abinin bize net bir yok çektiği
nescafenin dolapta durduğunu görmek ufaktan bir garez doğurmadı değil).
Kahvehanenin zemini koruyucu bir karışımla sıvanmaktan siyaha çalan bir renge
dönmüş ahşapla kaplıydı. Kahveci abi tam sırrını açıklamamakla birlikte çeşitli
reçine ve yağları karıştırarak ahşaba sürdüğünü, zemindeki tahtaların 40-50
yıllık olduklarını söyledi. Gerçekten mekâna sıcak bir hava katıyorlardı ve bal
dök yala denecek kadar temizlerdi. Bütün
bir günü oturarak geçirdiğimiz ve yapılacak en iyi şey tıkınmak olduğu için
abur cubur stokumuzu hızla tüketmiştik. Köyde bakkal bulunmadığı için Asena’yla
ben muhtardan bizi en yakın bakkallı köye götürmesini rica ettik. En yakın
köyün Değirmenlik olmasına rağmen aralarındaki husumetten olacak muhtar aga
bizi Bademli’ye götürdü. Bakkaldaki abur cubur ve kahve stokunu hunharca
yağmaladıktan sonra köye döndük ve biz yokken ekibin yaptığı muazzam umumi
tuvalet ziyaretini dinledik. Köylülerin tamamen kendi paralarıyla yaptırdıkları
umumi tuvalet Paris’te eşi görülmeyecek cinstenmiş. Girişinden itibaren
tabanından tavanına her yeri mermerle kaplı olan tuvalet son derece temizmiş
de. Bu nimetten daha sonra yararlanmak üzere muhtarın yönlendirmesiyle köyün
etnografya müzesini gezmeye yöneldik. Böylesine küçük, bakkalı bile olmayan bir
köyde etnografya müzesi olması sadece ekran başındaki sizleri değil bizi de
şaşırttı pek tabii, ancak işin sırrı yaptıranın kim olduğunu öğrenmemizle
çözüldü. Eski Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal bu köylüymüş ve köyüne
vefasını bir müze yaptırarak ödemiş. Şehirli çocukların cehaletini sabandan
sapana her şeyi açıklayarak giderme hevesindeydi muhtar ağabeyimiz. Köy
hakkında edindiğimiz bilgilere göre köylüler yoğun olarak İstanbul’un
Kasımpaşa, Göztepe ve Küçükyalı semtlerinde oturuyorlarmış ve en yaygın
meslekleri pastacılıkmış. Belki de hayatlarında pastayı göç edene kadar
görmeyen insanların bu alanda uzmanlaşması hepimize ilginç geldi. Köyde belki
pasta yoktu ancak bol bol abur cubur tıkınarak geçiriyorduk zamanımızı.
Hayatımda bir tek askerde 12 saatlik gece nöbetleri boyunca bu kadar abur cubur
yemiştim sanırım. Akşamın çökmesiyle lojmanımıza çekildiğimizde internetten bir
sonraki varış noktamız Susuzşahap köyü hakkında bilgi edinmeye çalıştık. Facebook
sayfalarında üyelerin yorumları bizi bizden aldı. Özkaynak Muzaffer isimli bir
üyenin köye disko açılsın şeklindeki mesajına bir diğer üyenin cevabı
anlamlıydı: “önce bakkal açılsın, sonra diskoya bakarız”. Biz de kısa ve net bir mesaj bıraktık sayfaya
“yarın geliyoruz, bando istemez, oğlak çevirme olur”.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder