|
Emerya köyü |
|
Emerya köyünde kaldığımız eski okul dersliği |
|
Henüz başına geleceklerden habersiz kameralara gülümserken |
|
Üzümdere köyüne ulaşmak için yapılan asma köprü |
|
Gülümsediğimize bakmayın, oyunun sıkıcılığına fazla dayanamadık |
Bir an önce ayrılma isteğiyle
uyandık sabah ancak yakıtsız yola çıkılmayacağı için kahvaltı yapmamız
gerekiyordu ve en önemli besin kaynağımız ekmeği tüketmiştik. Köyde ekmek avına
çıkma görevini Asena üstlendi. Tatlı dili ve güler yüzüyle görevi başaracağına inanıyorduk
ancak söz konusu Emerya olunca bir tedirginlik de hâkimdi hepimizde. Kısa bir
süre sonra ekmekle döndüğünde anlattığına göre pek de kolay olmamıştı ekmeği
almak. Denk geldiği bir köylü kadından ekmek istediğinde önce yok cevabı alan
Asena tatlı dilin işe yaramayacağını anlayıp zor zamanlar için sakladığı sivri
diliyle bir güzel haşlamış kadını ve nihayetinde almış bizi açlığın sınırından
kurtaracak ekmeği. Emerya’da yaşadığımız talihsizliği bir önceki gece dolunay
olmasına, Satürn ve Mars’ın yanlış pozisyonlarına ve güneşten yayılan radyoaktif
dalgaların dünyanın manyetiğini bozmasına bağlayıp bir sonraki sefere Emerya
köylüleriyle bambaşka bir tecrübe yaşayıp, kucaklaşıp sevgi yumağı oluşturmak
üzere ayrıldık. Önümüzde yine zorlu bir parkur vardı. Bir sonraki hedefimiz
Üzümdere köyüne uzaklık çok olmasa da en dik yamaçlardan tırmanıp inecektik ve
tırmanmanın yorgunluğunu küçük molalarla atlatabilmemize rağmen sırtımızdaki
ağır çantalarla uzun ve dik yamaçlardan inmenin dizlerimize bindirdiği yükün
acısı sonradan gani gani çıkacak ve yolculuğun geri kalanını tehlikeye
atacaktı.
Üzümdere köyüne
yaklaştığımızda bir dağın yüksekçe bir yamacına kurulmuş köye ulaşmak için son
bir tırmanış yapmamız gerekiyordu. Yürüyüş her ne kadar zor geçerse geçsin köy
görüş mesafesine girdiğinde yakında dinlenecek olmanın rahatlığıyla insan son
kısımları çok önemsemiyor. Biz de köye yaklaşmanın gazıyla dümdüz tırmanıp işaretli
yoldan çıktığımızı fark ettiğimizde o ana kadar her zaman işaretleri takip
etmenin öneminden bahseden Benoit bile boş bulunup “boş ver yaaa” dedi ve biz
neredeyse köye varmışken birden köyün çevresinden dolanıp dik bir yokuştan
dağın tepesindeki kaleye tırmanırken bulduk kendimizi. Söylene söylene tepeye
vardığımızda önümüzdeki manzara böyle yorucu bir hataya bile değecek türdendi.
Doğu Karadeniz’in yüksek ve yemyeşil dağlarını hatırlatan dağlarla çevrili bir
vadi, ortasından gürül gürül akan bir dere ve yamaca kurulu bir köy. Biraz dizinin acısından, ancak daha
ziyade manzaranın etkileyiciliğinden gözleri doldu Gamze'nin. Biz de en az onun
kadar etkilenmiştik ve yol kenarına yerleştirilmiş bir banka oturup uzun uzun
doğanın ve anın tadını çıkardık. Köye indiğimizde bizi bekleyen Asena ve
Ali'yle buluşup (onlar biraz arkamızdan geldikleri için bizim gibi yanlış yola
sapmayıp köye bizden önce ulaşmışlardı) muhtarı aramaya koyulduk. Türkiye'de
birçok köyde muhtara gerek kalmadan köylüler kalacak yer ve yemek de dâhil
bütün ihtiyaçlarınızı seve seve karşılamalarına rağmen geçtiğimiz köylerin
nüfusunun oldukça az ve sakinlerinin genellikle çok yaşlı insanlardan oluşması
dolayısıyla genellikle köyün muhtarına talebimizi iletmek durumunda kaldık.
Muhtar Bey bize köyün temiz ve bakımlı kahvesini tahsis etti. Soba ve mutfak
gibi temel ihtiyaçlarımızı karşılamanın yanında LCD televizyon ve okey seti
gibi lüks imkânlarıyla da kahvemiz göz kamaştırıyordu. Yemekten sonra köyün
sakin gece hayatını biraz renklendirmek için okey oynamaya karar verdik. Hem 25
yıldır Türkiye'de yaşayan Benoit'nın asimilasyon sürecinin son ve en can alıcı
noktası hâlâ oynamayı bilmediği okeyi
öğrenmesiydi. Zaten rakısı, çiftetellisi ve geçmişte bıraktığı sigara
tiryakiliğiyle tepeden tırnağa bir Türk olan Benoit ata sporumuz okeye de hemen
uyum sağladı ve masadaki diğer oyuncuları taşlayarak, çifte gidip okeye dönerek
şova başladı. Bize yirminci gibi gözüken henüz ikinci elimizi oynarken muhtar
bey asayiş berkemal mi diye uğradığında bizi okey masasında görünce bir
anda gözleri parladı. Yanımızda durup herkesin eli hakkında yorumlar yapmaya
başladığında parmaklarını ovuşturmasından ve yerinde kıpır kıpır duramamasından
oyuna dâhil olmaya can attığını anlamıştım. Çay doldurma bahanesiyle yerimden
kalktığımda yerime oynama teklifimi henüz cümlenin sonundaki soru işaretini
koymadan kabul etmişti bile. Bize okey öyle değil böyle oynanır dercesine
taşları masaya çarpıyordu muhtar efendi. Bir iki elden sonra muhtarın içindeki
okey aşkı bile bizim oyundan bıkkınlığımıza yenik düşünce muhtar bey müsaade
istedi ve ayrıldı, biz de hemen bıraktık tabii oyunu. Bu arada diz ağrısı iyice
şiddetlenen Gamze sabah bizden ayrılıp otobüsle İstanbul'a dönmeye karar
vermişti. Vermişti vermesine ama henüz içinde yatan amazonun farkına
varmamıştı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder