|
Değirmenlik köyü |
|
Değirmenlik köyü kahvecisi |
|
Köy camisine köprü bağlantısıyla ulaşabiliyorsunuz |
|
Sonbarın getirdiği renk cümbüşü |
|
Susuzşahap köyüne varmanın verdiği mutluluk yüzlerimizden okunuyor |
|
Susuzşahap köyü konukevinde kavurma ve abaza peyniriyle akşam yemeği hazırlarken |
|
Kendi ellerimizle topladığımız kekik ve dağ çayı keyfi |
|
Bu senenin modası kırmızı |
Muhtar Abi’nin getirdiği keçi
peyniri ve domatesle hazırladığımız sandviçleri mideye indirdikten sonra, yine
Muhtar Bey’in en kestirme yoldan Değirmenlik köyüne ulaşma tarifi üzerine yola
koyulduk. Zaman ve mesafe kavramı gibi yön anlatımı da biraz çarpıktı canım
köylümün. Biraz genel mantık, biraz takımyıldız koordinat bilgisi, koku alma
yeteneğimiz ve içgüdülerimizi birleştirip yolumuzu bulduktan sonra kısa sürede
ulaştık Değirmenlik köyüne ve bir mola vermek üzere kahvehaneye uğradık.
Yolculuğun başından beri olduğu ve geri kalanında da olacağı üzere hep sıcak
bir karşılamayla ağırlandığımız kahvehanelerde hiçbir zaman bizden çay, kahve
parası alınmadı. Belki kesesi değil ama gönlü zengin köy ahalisi bizi her zaman
sıcak bir çay ve ondan da sıcak gülüşleriyle karşıladı. Başka bir köyden buraya
ürünlerini satmak üzere gelmiş, ancak bütün köylünün yağan yağmurun ardından
açan güneşi fırsat bilip mantar toplamak üzere köyü boşaltmasından muzdarip bir
teyzenin bizim şehirdeki konforlu hayatlarımızı bırakıp sırtımızda yüklerle
dağlarda yürümeye geldiğimizi öğrenmesi üzerine sarf ettiği “aklınız yok,
paranız çok” sözünün verdiği tebessümle çıktık tekrar yola. Köyün çıkışında
alçak kısımları meşe ağaçları, yüksek kısımları ladin ağaçlarıyla kaplı bir
dağı aşmamız gerekiyordu. Ağır ağır tırmanarak ve arada molalar vererek tepeye
ulaştığımızda Benoit gözlüğünü kaybettiğini fark etti. Ufak bir panik anından
sonra diğerleri dinlenirken ikimiz çantalarımızı bırakıp geldiğimiz yoldan geri
giderek gözlüğe bakmaya karar verdik. Ben önden hızla inerken O da arkadan
yavaş yavaş inmeye başladı. Ben yolu yarıladığımda dağlarda yankılanan bir
Uğuuuurrrr sesi duyup geri seslendiğimde bir cevap gelmeyince dağdaki bol
oksijenin beynime yüksek dozda nüfuzu sonucu nirvanaya erip gaipten sesler
duymaya başladığımı düşündüm ve inmeye devam ettim. Bir buçuk saatte çıktığımız
yeri koşar (veya uçar) adım 20 dakikada inerek neredeyse köye varmışken çalan
telefondan gelen mesaja sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. Benoit gözlüğü bulmuş
ve diğerlerinin yanına dönmüştü, aşağı inerken ben Benoit’nın cep telefonunu
yanıma aldığım için de ancak şimdi arayabiliyorlardı. Kös kös bütün dağı tekrar
tırmanırken kendimi “Sylvester Stallone 60 yaşında hala Rambo filmi
çevirebiliyorsa ben de bu dağı tekrar çıkabilirim” diyerek motive ediyordum…
Sonbaharın altın sarısına boyadığı
yaprakların, bütün vahşilikleriyle doğada serbestçe koşan atların arasında
girdik Susuzşahap köyüne. Âdet olduğu üzere kahveye oturduğumuzda yanımıza ilk
gelen köylüyle nasıl olduğunu anlayamadığım bir şekilde din ve müslümanlık
üzerine bir sohbete girmişti Ali. Ali sordukça amca coşuyor, sözlerinin
keskinliğiyle bütün kafirleri kılıçtan geçiriyordu. Sözlerine yaptığımız
yorumlar ve sorulan sorular üzerine Ali’yi hristiyan, Benoit’yı musevi, daha
önce kaldığımız Süleymaniye köyündekileri ise dönme ilan eden amca sonunda ulu
Zeus Benoit’nın şimşeklerini üzerine çekmeyi başardı ve ağzının payını aldıktan
sonra yanımızdan ayrıldı. Neyse ki sinirimizi alıp bizi sakinleştirecek şaşkın
bir çaycıyla karşı karşıyaydık ve kısa sürede öfkemizin yerini kahkahalar
almıştı. Uzun yıllar İstanbul’da çalıştıktan sonra bir sene önce köye dönme
kararı alıp köyün kahvesini işletmeye başlayan şaşkın çaycımız istisnasız her
siparişimizi çayların ve ada çaylarının sayısını karıştırarak getirince bir
süre sonra bize sadece kahkahalar eşliğinde bahtımıza ne çıkarsa içmek düştü.
Bir süre sonra bizi karşılamaya gelen muhtarı görünce hepimiz ufak bir
şaşkınlık yaşadık, o ana kadar bütün köylerde karşılaştığımız en genç kişi
köyde muhtarlık görevini üstlenmişti. Gençliğinin verdiği dinamizmle bize doğup
büyüdüğü İstanbul’daki işini kaybedince memleketine yerleşip yeni bir hayat
kurduğundan ve köyle ilgili projelerinden bahsetti. Öncelikli ve en önemli
projesinin köye ismini kazandıran susuzluk problemine bir çözüm bulmak olduğunu
anlattı (köy adının ikinci kısmı şahap kayan yıldız anlamına geliyormuş, bir
köy için oldukça iddialı bir isim “susuz kayan yıldız köyü!”). Kahveden
kalktığımızda yolda o civarda ün sahibi Hese Dayı’yla karşılaştık. Hayatını çevre
dağlarda avcılıkla geçirmiş, dağların her bir parçasına ayak basmış, hatta
TRT’nin Giden Gelmez Dağları belgeselinde de boy göstermiş Hese Dayı artık
yaşlanmıştı ve bir baston yardımıyla ağır adımlarla yürüyordu. Bize “o dağları
benim için de gezin” dileğini yüreğimiz biraz burkularak ama memnuniyetle kabul
ettik. Misafir evine vardığımızda ev bize kaldığımız çadır ve terkedilmiş
lojmandan sonra bir şato gibi göründü. Sobası, koltukları, banyosu, mutfağıyla krallar
gibi bir gece geçirecektik. Hemen sobamızı yaktık ve tüm umutlarımıza rağmen bir
köy evine yemeğe davet edilmediğimiz için elimizdekilerle soba üzerinde yemeğimizi
pişirip afiyetle yedik. Sonrasında ben sobanın sıcaklığına güvenerekten
banyosuz geçen dört günden sonra buz gibi suyla bir güzel yıkanıp rahatladım,
ancak diğerleri 8 gün boyunca banyo yapmamakta kararlıydılar (ve bunun
sonuçlarına hep birlikte katlanacaktık!!!
Şaka tabii!) Ayaklarımızı uzatmış
evin keyfini sürerken Benoit’nın telefonu çaldı ve arayan her gün olduğu üzere
Dursun Bey’di. Rotamız üzerindeki Emerya köyünde yaşayan ve Melas Vadisi
kitabının yazarı Emrah Bey vasıtasıyla Benoit’nın iletişime geçtiği Dursun
Bey’i önce rehber olarak tutmayı düşünmüş, sonra rotayı kendimizin
yapabileceğimize karar verip vazgeçmiştik. Dursun Bey her gün arayarak nerede
olduğumuzu ve her şeyin yolunda olup olmadığını kontrol ediyordu. Bizimle bu
kadar alakadar olmasına seviniyor, sonunda bir köy evinde enfes yemeklerle
ağırlanmanın, hatta yolculuğun başından beri hayalini kurduğumuz oğlak
çevirmenin bile mümkün olacağının düşünüyorduk. Çitten atlayan oğlakları
sayarak, sonra onları çevirme yaparak tatlı rüyalara daldık…
Susuzşahap benim köyüm
YanıtlaSil