|
Shimshon'un dükkanına yakışır bir mesaj "Kendini sev, insanları sev" |
|
Shimshon mutfağının başında |
|
Şehrin her yerini süsleyen yaratıcı ve özenle yapılmış grafitiler |
|
Dr. Shakshuka'da şakşuka yapım aşaması |
|
Osmanlı dönemi çeşmesi |
|
Esnaf lokantası |
|
Son akşam yemeğimiz Gürcü mutfağı sunan Nanushka isimli restoran-bardaydı |
Sabah
kahvaltı bulmak üzere otelden ayrılıyoruz ve restoran seçmekteki ilk kriterimiz
olan “sempatik” kategorisinde bir mekan arayışına başlıyoruz. Otelimizin
yakınındaki, Yemenli Yahudiler tarafından kurulan ve modern Tel Aviv’in en eski
yerleşim yeri olmakla beraber bugün düşük ve orta gelirlilerin oturduğu biraz
bakımsız bir bölge olan Yemen mahallesinde gezinirken bizim sempatik tanımımıza
uyan ufak bir restoran Milky Way’e (Samanyolu) çıkıyor yolumuz. Bizdeki esnaf
lokantasının bir muadili olan bu yerde bütün yemekleri gündelik olarak
restoranın sahibi Shimshon hazırlıyor. Balık köftesi dışındaki bütün yemeklerin
vejetaryen olmasını Shimshon yüzündeki büyük gülümsemeyle duvardaki inek
fotoğrafını gösterip onları çok sevdiğini söyleyerek açıklıyor. Kendisi gibi 60
yaşlarında görünen arkadaşı da kendini fazla yormadan ufak tefek yardımda
bulunuyor. Ancak belli ki orada çalışmak için değil, ellerinden düşmeyen
esrarlarını içip güzel bir vakit geçirmek için bulunuyor. Shimshon’un
Hindistan, Küba ve dünyanın birçok yerine yaptığı seyahatlerde çektiği
fotoğrafların duvarları süslediği, her gelen müşterinin aileden biri gibi
mutfağa girip kendi yemeğini aldığı ve mutlaka hepsinin cigaralarını tüttürdüğü
bu mekan çiçek çocuklar kuşağının günümüze kalan son şubesi gibi. Shimshon’la
zor da olsa vedalaşıp şehri keşfe çıkıyoruz. İlk durağımız açık havada kurulan
Karmel Pazarı ve bunun bir uzantısı olarak haftada iki gün kurulan zanaatkarlar
çarşısı oluyor. Birbirinden zarif mücevherlerin ve ilginç tasarımlarıyla başka
bir çok nesnenin sergilenip satıldığı pazarda İsraillilerin yaratıcı ve
sanatkar yönlerine hayran kalıyoruz. Buradan restore edilmiş eski evleri, şık
kafe ve dükkanlarıyla Neve Zedek mahallesini gezip eski Yafa’yı bir de gündüz
gözüyle görmek üzere tekrar bu bölgeye gidiyoruz. İlk durağımız Dr. Shakshuka
(şakşuka) oluyor. Bizdeki menemene İsrail’de şakşuka deniyor ve bu restoran
isminden de anlaşılacağı üzere bu yemeğiyle ünlü ancak biz bize biraz daha
enteresan gelen sebzeli kuskusla kabak, fasulye ve etli başka bir yemek daha
sipariş veriyoruz. Gelen yemeklerin hepsinden memnun kalarak ayrılıyoruz
mekandan. Butik mobilya, giyim ve sanat galerisi dolu sokakları gezdikten sonra
ilginç çizimlere sahip bir dükkana giriyoruz. Çizimlerin ve eserlerin sahibi 7
sene önce Fransa’dan Tel Aviv’e taşınan, birçok kez Türkiye’ye de gelmiş ve
Türkiye’ye son ziyaretinden bizim İsrail’e geldiğimiz aynı uçakta dönen bir
Fransız’la tanışıyoruz. Kartvizitinin bir yüzünü kaplayan Tarık Akan resmi bizi
şaşırtmakla birlikte güldürüyor. Otele dönmek üzere ayrıldığımızda ani ve güçlü
bir yağmura yakalanıyoruz. Üzeri sık sarmaşıklarla kaplı bir banka oturup
yağmurun biraz dinmesini beklerken bir yandan da önü geniş kumsallarla kaplı,
geceyi aydınlatan ışıl ışıl binalarıyla Tel Aviv manzarasının tadını
çıkarıyoruz. Akdeniz’in kıyısında kurulmasıyla bir tatil beldesi hissi veren
şehir aynı zamanda modern binaları, birbirinden farklı tarzda mahalleleri,
seküler ve kozmopolit insanlarıyla keyifle yaşanacak bir yer olarak çıkıyor
karşımıza. Kudüs’te yaşayan nüfusun dindarlığına karşın Tel Avivliler bir o
kadar modern. Dünyanın dört bir yanından Yahudi’nin İsrail’e göç edip
yerleşmesiyle her türlü fiziksel özelliğe ve dış görünüme sahip insan görmek
mümkün. Bu çeşitlilik sayesinde biz de birçok kez İsrailli zannedilip İbranice
sorularla karşılaştık. Ayrıca Tel Aviv’de Türkiye’den göç eden Yahudi nüfusun
çokluğundan dolayı neredeyse her gün ya birkaç kelime ya da akıcı şekilde
Türkçe konuşan İsraillilerle tanışmak da bizim için ilginç bir sürpriz oldu.
Son
gün havalimanına gitmeden önce değerlendirebileceğimiz birkaç saatimiz vardı.
Önceki akşam bu süreyi Diaspora Müzesi’ni görerek değerlendirmeye karar versek
de sabah otelden çıktığımızda Benoit’yla benim kalbimizden tekrar Shimshon’a
gidip son saatlerimizi onun hoş sohbeti ve ortamın keyifli atmosferi içerisinde
geçirmek yatıyordu. Halimizden anlayan Aysun’un da bizi kırmayarak kabul
etmesiyle bir kez daha Samanyolu galaksisine ışınlandık. Uzun bir kahvaltı,
sayısız ikram ve politika, müzik, seyahat içeren bir sohbetten sonra
Shimshon’la son kez vedalaşıp ayrıldık. Havalimanına gitmeden önce son
alışverişlerimiz İsrail’de yaygınca tüketilen kakuleli kahve, Shimshon’un
tavsiye ettiği bazı müzik CD’leri ve içtiğimiz her şişesi bizi çokça memnun bırakan
İsrail şarapları oldu. Tattığımız şarapların çoğu Kavaklıdere, Doluca gibi
yüksek hacimli üretim yapan firmaların piyasa şarapları olmasına rağmen aynı
fiyata Türkiye’de içebileceğiniz şaraplardan tat ve kalite olarak kat kat
üstündüler. Daha kaliteli, butik üretim yapan firmaların şaraplarını tatma
düşüncesi bile heyecanlandırıyor insanı. Bu blogu okuyan milyonlara
sesleniyorum: bu güzelim şarapları Türkiye’ye ithal edin, hem hayır duası
kazanın hem para!!
İsrail
ve Filistin gezisi jeolojik veya mimari güzelliklerinden ziyade kültürel
çeşitliliği, çatışma ortamı ve barındırdığı tezatlıklarla öğretici ve
aydınlatıcı bir seyahat oldu. Gerek bölgede yaşananlara birebir şahit olup daha
sağlıklı bir fikir edinmek, gerekse bu tanıklıkların doğurduğu sorgulamalarla
kendi düşünce yapıma bir ayna tutmak açısından verimliydi. İsrail halkı
yardımsever ve sıcakkanlıyken devletin bu kadar gaddar ve faşizan olabilmesine,
yanı başlarında bir trajedi yaşanırken insanların pür neşe içerisinde
hayatlarına devam edebilmelerine, daha sayılı yıllar önce büyük acı ve zulme
maruz kalmış insanların benzer acıları başka insanlara yaşatabilmelerine
şaşırıyorsunuz. Sonra birden bunların hepsi fazlasıyla tanıdık geliyor ve
susuyor ve düşünüyorsunuz…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder