14 Aralık 2013 Cumartesi

ISPARTA / "Arkadaşlar, bu bir Roma yolu!!!"*** (4.Gün)

*** Benoit Paul Denis Joseph Marie Yves Hanquet’in ünlü sözü


Yolumuzu süsleyen sonbahar renkleri

Aysun ve Emirhan parkın tadını çıkarırken

Üç silahşörler

Düşünen adamlar

Köydeki evimiz


Yaylım noktası

Beydili köyü

Oyun arkadaşım Emirhan'la


En hazırlıklımız Benoit uyku tulumuna girdikten sonra üzerine yorgan da örtüyor

Ertesi sabah 150-200 kişinin yaşadığı Çobanova köyüne doğru yola koyulduk. Çobanova’daki köylüler bizi Beydili’ne bizim arabayla gitmemizin imkansız olduğuna, mutlaka köydeki kamyoncuyla anlaşıp onun aracıyla gitmemiz gerektiğine ikna ettiler. 15-20 kilometrelik toprak bir yoldan gidiliyordu ve hava açık, yerler kuru olduğu için rahatlıkla kendi aracımızla da gidebilirdik ama köylülerin ikna edici konuşmalarından sonra riske girmemeye karar verdik. Biraz fırsatçılık mağduru olsak da yerel ekonomiye katkımız olmuş oldu. Beydili köyü Çobanova’dan bile küçüktü. Köyde sadece 25-30 hane vardı ve bunların birçoğu atıl durduğu için köy nüfusu 25-30 kişiyi geçmiyordu. Dağların arasında izole bir yerde konumlanan köy diğerinden daha düşük bir rakımda bulunduğundan kışları köylüler biraz daha ılıman havası olan bu köye yerleşiyorlar, baharla birlikte geri dönüyorlar. Bütün evler bölgeyi kaplayan yerel taş kullanılarak yapıldığı için doğayla uyum içinde görünen köyü biraz mesafede taşlardan ve ağaçlardan ayırt etmek zordu. Köye elektrik Türkiye’nin birçok köyünde olduğu üzere 1980’lerden sonra gelmiş, su hala dağ suyuyla beslenen kuyu ve sarnıçlardan sağlanıyor ve sadece son 7 yıldır toprak bir yolla araç ulaşımına açılmış. Bu yolun yapımını da sayısız başvurularını cevapsız bırakan devlet yerine köylüler kendileri üstlenmişler. Yol açılana kadar tek ulaşım seçeneği dağlardan uzunca bir yürüyüşmüş. Bölgede bol miktarda bulunan kekik köylüler için keçi hayvancılığından sonra ikinci bir gelir kaynağı sağlıyor. Bizi ağırlayan ailenin 3 yaşındaki oğulları Emirhan hemen grubumuzun maskotu haline geldi ve bize yürüyüşlerimizde eşlik etti. Bir uçurumun kenarında yüksek dağları yaran derin vadiye kuşbakışı bakan Yaylım noktasına bir yürüyüş yaptık. Etkileyici manzara karşısında hepimiz kendimizce meditasyonumuzu yaptıktan sonra köye döndük ve bizi bekleyen enfes bir akşam yemeğiyle karşılaştık. Yemeklerimizi bitirip bir süre sohbet ettikten sonra yavaş yavaş yatma vaktinin geldiğini düşünüyorduk ancak saatin henüz sadece 8 veya 9 gibi olduğunu görünce şehir hayatının bütün kuru gürültüsünden ve boş koşturmalarından uzakta köyde zamanın ne kadar yavaş geçtiğinin farkına vardık. Köydeki evlerin çoğu birbirine benzer inşa edilmişlerdi ve genellikle iki oda, bir avlu ve ağıldan oluşuyorlardı. Ailenin bize her iki odayı da hazırlamasına rağmen odalardan birinde soba bulunmadığı için hepimiz yataklarımızı aynı odada sobanın etrafına serdik. Tam tatlı bir uykuya dalmak üzereyken duvardaki ahşap gömme dolabın arkasından gelen tiz bir hayvan sesi duyduk. Aysun hemen irkildi ve sesin gece biz uyurken gelip kulaklarımızı ve burnumuzu yemeyi planlayan bir fareye ait olduğunu öne sürdü.  Sonunda sesin sinek veya rüzgardan geldiğine ikna ederek onu sakinleştirip tatlı uykumuza dalarken hepimiz dolabın arkasında minik şirin bir farenin bizimle konuştuğunun farkındaydık…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder