12 Ekim 2014 Pazar

ANTAKYA / Çerez Niyetine Çıt Çıt Atıştırmalık / (2. Bölüm)

Yemeye doyamayacağınız tepsi kebabı
Pöç kasabında kebabımız hazırlanırken


Künefelik kadayıf yapımı

Harbiye'de savaş karşıtı bir işletme sahibinin haklı isyanı

Harbiye, Antakya

Arap Ortodoks cenaze evi / Cenazeye katılanlara Türk kahvesi ikram etmek âdettenmiş

Cenaze evinin bakıcıs Catherine'le

Hüseyinlerin evinde boğma rakı ve kuş etli ziyafetimiz

Hüseyin'in babası

Hüseyin'in annesi

Savulun kafirler Hz. Hüseyin geliyor!!!

Zeytinlik

Sıcak ve çıtır halka tatlısı



Yeni güne Uzun Çarşı’da başlıyoruz. Geleneksel bir pazar yeri olan Uzun Çarşı’nın sokakları, renkleri, kokuları bize acıkmak için harika bir bahane oluyor. Bu seferki durağımız Pöç Kasabı. Antakya’da evinize et alışverişi yaptığınız kasapların çoğu aynı zamanda bir köşede duran birkaç masalarıyla restoran işlevi görüyor. Tezgahtan kiloyla seçtiğiniz eti ya ızgaraya atıyorlar ya da yakındaki fırına gönderip sizin için pişirtiyorlar ve size bu en leziz kebapları askıda sallanan etler eşliğinde yemek kalıyor. Kasaplara özgü bir diğer ilgi çekici noktayı güzel insan Hüseyin arkadaşımızdan öğreniyoruz. Arap Alevi inancında dişi hayvanların eti yenmezmiş. Antakya’da da Alevi nüfusun çokluğundan dolayı kasap dolaplarında asılı hayvanların hepsinde taşakları görünür şekilde hayvanın üzerinde bırakılırmış. Kasapta yediğimiz dehşet lezzetli tepsi kebabını yine çarşıda bol miktarda bulunan künefecilerden birinde Antakya’nın en meşhur tatlısıyla taçlandırıyoruz. Yalnız burada bir itirafta bulunmam gerekiyor. İstanbul’da doğup büyümüş ve hayatı İstanbul’un çakma künefeleriyle geçmiş biri olarak Hatay künefelerini İstanbul’dakiler kadar sevemedim. Günün kalanını Antakya’nın sayfiye yeri olarak görülen Harbiye şelalelerinde geçiyoruz. İpek ürün mağazaları, ufak doğa yürüyüşü derken akşam karanlığıyla eve dönüyoruz. Gün içinde hunharca yediğimiz kebap ve tatlılardan dolayı akşam yemeğini es geçip Can’la bakkaldan şarap almaya çıkarken kızlar da gelmeye karar veriyorlar. Şarapları almış dönerken Can sormaması gereken soruyu sorup acıkıp acıkmadığımızı öğrenmek istiyor. Cevap her zamanki gibi “hayır ama şöyle çerez niyetine çıt çıt atıştırmalık bir şeyler yiyebiliriz”. Tabii ki Antakya’da kebaplar, içli köfteler, künefeler çerez niyetine yendiği için her atıştırmalık büyük bir ziyafete dönüşüyor. Bu sefer başka bir kasaba gidiyoruz ve Bambina’nın geldiğimizden beri yemek istediği sac oruğunu sipariş veriyoruz. Sac oruğu içli köftenin yassı ve geniş şekilde  yapılıp sac üzerinde pişirileni. Mezeler eşliğinde orukları götürdükten sonra şarapları Samandağ sahilinde deniz kıyısında içmeye karar verip yola koyuluyoruz. Samandağ’da ismini bilmediğim bir ermişin türbesinin çevresinde Can arabayla turlamaya başlayınca bir başka enteresan Antakya âdeti öğreniyoruz. Ermişlerin türbelerine gelen insanlar dualarını edip dileklerini dilerken türbelerin çevresinde üç kez yürürlermiş. Ancak zamanın koşullarına ayak uyduran yurdum insanı bu ritüeli yürümek yerine arabayla üç kez çevresini turlayarak gerçekleştiriyormuş!
Yeni günde bu sefer Samandağ’da Hüseyin’in köyüne dağ rotasını izleyerek gittik. Türkmenlerden oluşan Hıdırbey köyünde mola verip Sevgi’nin ellerinden kısır ve şarabımızla piknik yaptık, Türkiye’nin kalan tek Ermeni köyü Vakıflı’da köylülerin ev yapımı likörlerinden aldık. Yine bir başka köyde köyün cenaze evi bakıcısı Arap Ortodoks Catherine’in evine misafir olduk ve ev yapımı şaraplarından tattık, tabii birkaç şişe de yanımıza almayı ihmal etmedik. Hüseyin’in ailesinin evinde bu sefer annesinin donattığı masaya buyur edildik. Masada belki tek eksik kuş sütüydü ama kuşun kendisi mevcuttu. Hüseyin’in yeğenlerinin avladıkları minik kuşlar pişirilip onurumuza getirilmişti. Diğerleri nedense uzak durdularsa da ben üç bıldırcın benzeri kuşu mideye indirdim. Sofranın bir başka güzelliği de yemeklere yine ev yapımı boğma rakının eşlik etmesiydi. Samandağ yöresinde yaygın olan ev yapımı rakı üzüm veya incirden yapılıyor ve anasonlu veya anasonsuz bulunuyor.  Yemyeşil dağlarla çevrili köyde temiz bir uyku çektikten sonra ertesi günü yürüyüş yaparak, ünlü stilit Simeon’a adanmış manastırı gezerek, onların manastırı olur da bizim türbemiz olmaz mı diyerek bir ermişin türbesini üç kez tavaf ederek ve bağ bahçe gezerek geçiriyoruz. Akşam Canlara döndüğümüzde bu sefer bizi Antakya usulü soslu balık bekliyor. Normalde balığı en yalın haliyle sevmeme rağmen hafif baharatlı salçalı bir sosla hazırlanan levreği ayıla bayıla yedik. Yemekten sonra Can’ın yakın döneme kadar Lazkiye’de yaşayıp çalışan abisi Ahmet’in evine davetliydik. Suriye’de terör olayları başlayınca Suriyeli eşiyle beraber Antakya’ya taşınmışlar. Sadece çaya gitmemize rağmen, sıcak gülüşlü eşi Abir sofrayı donatmıştı, eh bize de hoş sohbetin yanında çerez niyetine çıt çıt atıştırmak kaldı…

Antakya’da son günümüzü sokaklarını arşınlayarak, peynir, baharat vesaire alışverişi yaparak ve dostlarla son bir kadeh paylaşarak geçirdik. Tabii ki Gamze için bir şişe ilaç aldık (Antakya’da Cointreau bulmak zor olduğu için yerli muadili Nazen marka portakal likörüyle idare ettik) ve havayolu yolunda ilacımızı içerek dönüşe koyulduk…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder