19 Ocak 2014 Pazar

İSRAİL & FİLİSTİN _______ Tezatlıklar Diyarı Kudüs / Beytüllahim

Zeytin Dağı'ndaki Yahudi mezarlığı

Aziz Benoit meşhur Zeus pozuyla



Nijerya'dan kutsal toprakları ziyarete gelen bir kafile

Kutsal Kabir Kilisesi'nin içinden bir görünüm

İsa'nın çarmıhtan indirildiği yer olduğuna inanılan taşta dua eden Hristiyanlar

Senem ermek üzereyken

Okul çıkışı ilk durak şekerci

Çeşit çeşit renk ve desenleriyle kipalar

Başlarından çıkarmadıkları şapkalarını yağmurdan poşetle koruyan ultra muhazakar Yahudiler

Hasidiklere özgü lüle saç modeliyle bir çocuk

Arap da olsan Yahudi de Coca Cola seninle



Çatıların üzerinde oyun oynayan çocuklar

Gülen surat desenli kipayla poz verirken

Tur boyunca elimden düşmeyen rehber kitabıyla

Via Dolorosa'yı takip etmek için toplanan Hristiyan cemaat

Via Dolorosa'nın duraklarından birinde dua eden iki rahibe

8 no'lu Via Dolorosa durağı

Sabah ilk iş Zeytin Dağı’na doğru yola koyuluyoruz. Eski Kudüs’e tepeden bakan bir konumda bulunan bu dağ en eski Yahudi mezarlığına ev sahipliği yapması ve İsa’nın göğe yükseldiğine inanılan yer olması dolayısıyla kutsal değere sahip. Kıyamet gününde ölülerin dirilip toplanacakları yerin (mahşer) burası olduğuna inanılması nedeniyle şimdiden sahne önü kapmak isteyenler buradaki mezarlara 50bin dolara kadar çıkan fiyatlar ödemekteler. Kudüs’ü keşmekeşinden uzak, sakin bir havada izleyerek tepeden aşağıya yürüyor, kendimizi tekrar eski şehrin yüksek tansiyonlu sokaklarına atıyoruz. Eski Kudüs Müslüman, Hristiyan ve Yahudi mahallesi olarak ayrılmış durumda. Müslüman bölgesi Araplara özgü düzensizliğin düzeni havasında, Hristiyan bölgesi para kazanmak ibadettir mantığıyla Hristiyan hacılara yönelik hediyelik eşya dükkanlarıyla dolu, Yahudi bölgesiyse 1948 Arap-İsrail savaşında gördüğü ağır hasardan sonra yeniden yapılan düzenli sokakları, yapıları ve sakince akıp giden gündelik hayatıyla bölgenin geri kalanıyla tam bir tezatlık içerisinde. Ülkenin geri kalanı da olmak üzere özellikle Kudüs’te her yer bebek ve çocuk kaynıyor. Yahudilerde ortalama çocuk sayısı 3, bu rakam Kudüs’te 4-5’e çıkıyor ve özellikle Kudüs’te yoğunlukta bulunan aşırı muhafazakar Hasidik Yahudilerde bu rakam ortalama 9-10 çocuğa çıkıyor. Etrafta bıcır bıcır dolaşan çocukların güzelliği dünyaya getirilmelerindeki siyasi amaçlarla gölgeleniyor. Her Cuma İsa’nın mahkum edilip çarmıha gerildiği yere kadar izlediği güzergahta düzenlenen Via Dolorosa yürüyüşüne katılmak üzere başlangıç noktasına gidiyoruz ancak o günün sabahında Müslümanlarla İsrail askerleri arasında çıkan bir sürtüşmeden dolayı arttırılan güvenlik önlemleri yüzünden iptal edildiğini öğreniyoruz.  İsa’nın düşe kalka gittiği yolu rehber kitabımızdan hızlıca takip ettikten sonra Şabat’ın gelişini dualarla kutlayan Yahudileri izlemek üzere bir kez daha ağlama duvarının yolunu tutuyoruz. Kadınlar ve erkekler birbirinden ayrı bölümlerde toplanıp dua ettikleri için Benoit, Giovanni ve ben kipalarımızı (Yahudi takkesi) takıp erkeklerin arasına karışıyoruz. Her gün bir yenisini keşfettiğim Yahudilik ve Müslümanlık arasındaki benzerliklere abdest de ekleniyor. Ağlama duvarının girişinde bulunan ufak bir çeşmede Yahudiler kutsal saydıkları duvara yaklaşmadan önce ellerini yıkayıp abdestlerini alıyorlar. 7’den 70’e Tevrat’ı hatmeden erkeklerin arasında bir süre gezindikten sonra Türkiye’ye bizden erken dönecek olan Senem ve Giovanni’yle son bir bira içmek üzere şehir merkezine doğru yürüyüşe geçiyoruz. Bir acemi rehber hatası yapıyorum ve Şabat’ın gelişiyle her yerin kapanmış olacağını hesaplayamıyorum. Daha birkaç saat öncesinde cıvıl cıvıl olan sokaklar bomboş ve bütün dükkanlar kapalı. Maalesef “kuru” bir elvedayla ayrılmak zorunda kalıyoruz. Onlar Türkiye’ye uçmak üzere Tel Aviv’e geçerken biz Filistin’e gitmek üzere Arap minibüslerinden birine atlıyoruz. Bizi Beytüllahim’e götürecek minibüse biner binmez radyoda çalan Arap müziği dikkatimizi çekiyor ve İsrail’e geldiğimizden beri ne kadar az müzik duyduğumuzun farkına varıyoruz. Beytüllahim’e vardığımızda hava karanlık, biz yorgunuz. Minibüsten iner inmez yanaşan ilk taksiciyle anlaşıp otele gidiyoruz. Nüfusunun yarısı Müslüman yarısı Hristiyan olan şehirde Noel etkinlikleri ve hareketliliğiyle karşılaşıyoruz. Noel şarkıları söyleyen çocuk korosunu dinledikten ve bir Ermeni kilisesinin avlusunda İskoç tulumları çalarak prova yapan Süryanileri izledikten sonra en hareketli görünen bir restoranı gözümüze kestirip içeri dalıyoruz. Menüyü istediğimizde garson bize humus ve falafellerinin çok özel olduğunu, onları yememizi söylüyor. Sabah akşam humus yemenin verdiği doygunlukla başka yemekleri soruyoruz ama o kadar bir yarım ağızla söylüyor ki diğer yemeklerin gerçekten yenemeyecek kadar kötü olduğuna ikna olup humus ve falafelimizi sipariş veriyoruz. Falafel gerçekten o ana kadar yediklerimiz içerisinde en güzeli çıkıyor, ayrıca ilk defa tadına baktığımız Filistin birası Taybeh geceyi hepten kurtarıyor. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder