19 Ocak 2014 Pazar

İSRAİL & FİLİSTİN _______ Tezatlıklar Diyarı Tel Aviv

Shimshon'un dükkanına yakışır bir mesaj "Kendini sev, insanları sev"

Shimshon mutfağının başında

Şehrin her yerini süsleyen yaratıcı ve özenle yapılmış grafitiler

Dr. Shakshuka'da şakşuka yapım aşaması

Osmanlı dönemi çeşmesi

Esnaf lokantası


Son akşam yemeğimiz Gürcü mutfağı sunan Nanushka isimli restoran-bardaydı

Sabah kahvaltı bulmak üzere otelden ayrılıyoruz ve restoran seçmekteki ilk kriterimiz olan “sempatik” kategorisinde bir mekan arayışına başlıyoruz. Otelimizin yakınındaki, Yemenli Yahudiler tarafından kurulan ve modern Tel Aviv’in en eski yerleşim yeri olmakla beraber bugün düşük ve orta gelirlilerin oturduğu biraz bakımsız bir bölge olan Yemen mahallesinde gezinirken bizim sempatik tanımımıza uyan ufak bir restoran Milky Way’e (Samanyolu) çıkıyor yolumuz. Bizdeki esnaf lokantasının bir muadili olan bu yerde bütün yemekleri gündelik olarak restoranın sahibi Shimshon hazırlıyor. Balık köftesi dışındaki bütün yemeklerin vejetaryen olmasını Shimshon yüzündeki büyük gülümsemeyle duvardaki inek fotoğrafını gösterip onları çok sevdiğini söyleyerek açıklıyor. Kendisi gibi 60 yaşlarında görünen arkadaşı da kendini fazla yormadan ufak tefek yardımda bulunuyor. Ancak belli ki orada çalışmak için değil, ellerinden düşmeyen esrarlarını içip güzel bir vakit geçirmek için bulunuyor. Shimshon’un Hindistan, Küba ve dünyanın birçok yerine yaptığı seyahatlerde çektiği fotoğrafların duvarları süslediği, her gelen müşterinin aileden biri gibi mutfağa girip kendi yemeğini aldığı ve mutlaka hepsinin cigaralarını tüttürdüğü bu mekan çiçek çocuklar kuşağının günümüze kalan son şubesi gibi. Shimshon’la zor da olsa vedalaşıp şehri keşfe çıkıyoruz. İlk durağımız açık havada kurulan Karmel Pazarı ve bunun bir uzantısı olarak haftada iki gün kurulan zanaatkarlar çarşısı oluyor. Birbirinden zarif mücevherlerin ve ilginç tasarımlarıyla başka bir çok nesnenin sergilenip satıldığı pazarda İsraillilerin yaratıcı ve sanatkar yönlerine hayran kalıyoruz. Buradan restore edilmiş eski evleri, şık kafe ve dükkanlarıyla Neve Zedek mahallesini gezip eski Yafa’yı bir de gündüz gözüyle görmek üzere tekrar bu bölgeye gidiyoruz. İlk durağımız Dr. Shakshuka (şakşuka) oluyor. Bizdeki menemene İsrail’de şakşuka deniyor ve bu restoran isminden de anlaşılacağı üzere bu yemeğiyle ünlü ancak biz bize biraz daha enteresan gelen sebzeli kuskusla kabak, fasulye ve etli başka bir yemek daha sipariş veriyoruz. Gelen yemeklerin hepsinden memnun kalarak ayrılıyoruz mekandan. Butik mobilya, giyim ve sanat galerisi dolu sokakları gezdikten sonra ilginç çizimlere sahip bir dükkana giriyoruz. Çizimlerin ve eserlerin sahibi 7 sene önce Fransa’dan Tel Aviv’e taşınan, birçok kez Türkiye’ye de gelmiş ve Türkiye’ye son ziyaretinden bizim İsrail’e geldiğimiz aynı uçakta dönen bir Fransız’la tanışıyoruz. Kartvizitinin bir yüzünü kaplayan Tarık Akan resmi bizi şaşırtmakla birlikte güldürüyor. Otele dönmek üzere ayrıldığımızda ani ve güçlü bir yağmura yakalanıyoruz. Üzeri sık sarmaşıklarla kaplı bir banka oturup yağmurun biraz dinmesini beklerken bir yandan da önü geniş kumsallarla kaplı, geceyi aydınlatan ışıl ışıl binalarıyla Tel Aviv manzarasının tadını çıkarıyoruz. Akdeniz’in kıyısında kurulmasıyla bir tatil beldesi hissi veren şehir aynı zamanda modern binaları, birbirinden farklı tarzda mahalleleri, seküler ve kozmopolit insanlarıyla keyifle yaşanacak bir yer olarak çıkıyor karşımıza. Kudüs’te yaşayan nüfusun dindarlığına karşın Tel Avivliler bir o kadar modern. Dünyanın dört bir yanından Yahudi’nin İsrail’e göç edip yerleşmesiyle her türlü fiziksel özelliğe ve dış görünüme sahip insan görmek mümkün. Bu çeşitlilik sayesinde biz de birçok kez İsrailli zannedilip İbranice sorularla karşılaştık. Ayrıca Tel Aviv’de Türkiye’den göç eden Yahudi nüfusun çokluğundan dolayı neredeyse her gün ya birkaç kelime ya da akıcı şekilde Türkçe konuşan İsraillilerle tanışmak da bizim için ilginç bir sürpriz oldu.
Son gün havalimanına gitmeden önce değerlendirebileceğimiz birkaç saatimiz vardı. Önceki akşam bu süreyi Diaspora Müzesi’ni görerek değerlendirmeye karar versek de sabah otelden çıktığımızda Benoit’yla benim kalbimizden tekrar Shimshon’a gidip son saatlerimizi onun hoş sohbeti ve ortamın keyifli atmosferi içerisinde geçirmek yatıyordu. Halimizden anlayan Aysun’un da bizi kırmayarak kabul etmesiyle bir kez daha Samanyolu galaksisine ışınlandık. Uzun bir kahvaltı, sayısız ikram ve politika, müzik, seyahat içeren bir sohbetten sonra Shimshon’la son kez vedalaşıp ayrıldık. Havalimanına gitmeden önce son alışverişlerimiz İsrail’de yaygınca tüketilen kakuleli kahve, Shimshon’un tavsiye ettiği bazı müzik CD’leri ve içtiğimiz her şişesi bizi çokça memnun bırakan İsrail şarapları oldu. Tattığımız şarapların çoğu Kavaklıdere, Doluca gibi yüksek hacimli üretim yapan firmaların piyasa şarapları olmasına rağmen aynı fiyata Türkiye’de içebileceğiniz şaraplardan tat ve kalite olarak kat kat üstündüler. Daha kaliteli, butik üretim yapan firmaların şaraplarını tatma düşüncesi bile heyecanlandırıyor insanı. Bu blogu okuyan milyonlara sesleniyorum: bu güzelim şarapları Türkiye’ye ithal edin, hem hayır duası kazanın hem para!!

İsrail ve Filistin gezisi jeolojik veya mimari güzelliklerinden ziyade kültürel çeşitliliği, çatışma ortamı ve barındırdığı tezatlıklarla öğretici ve aydınlatıcı bir seyahat oldu. Gerek bölgede yaşananlara birebir şahit olup daha sağlıklı bir fikir edinmek, gerekse bu tanıklıkların doğurduğu sorgulamalarla kendi düşünce yapıma bir ayna tutmak açısından verimliydi. İsrail halkı yardımsever ve sıcakkanlıyken devletin bu kadar gaddar ve faşizan olabilmesine, yanı başlarında bir trajedi yaşanırken insanların pür neşe içerisinde hayatlarına devam edebilmelerine, daha sayılı yıllar önce büyük acı ve zulme maruz kalmış insanların benzer acıları başka insanlara yaşatabilmelerine şaşırıyorsunuz. Sonra birden bunların hepsi fazlasıyla tanıdık geliyor ve susuyor ve düşünüyorsunuz…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder