26 Kasım 2014 Çarşamba

MELAS VADİSİ______Kahvehane Yolcuları Gün-3___Süleymaniye


Süleymaniye köy evleri


Süleymaniye Köyü Etnografya Müzesi


Köyün baştan aşağı mermer kaplı umumi tuvaleti

Köy kahvesi
Bir önceki günün yorgunluğunu adalelerden ibaret vücutlarımızın her bir limesinde hissederek uyandığımızda hâlâ yağmakta olan yağmur bize aradığımız bahaneyi sunmuştu: bu yağmurda yürümek akıl kârı değildi, bir çılgınlık olurdu, ve biz böyle toy heveslere kendimizi kaptıracak yaşı çoktan geçmiştik, evet evet, kesinlikle köyde kalıp yağmurun dinmesini beklemeliydik. Ve karar verildi, uykular uzatıldı, bizden yayılan miskinlik topluca kaldığımız odanın her bir köşesini kapladı. Miskinlik de bir yere kadardı, oturmaya mı geldik deyip köyü keşfe çıktık. Köy şaşırtıcı derecede temiz ve bakımlıydı, evler bir Anadolu köyünü değil de İsviçre Alplerini andırıyordu. Tek eksik insanlardı. Küçük köyü baştan sona gezip tekrar köy kahvesine uğradığımızda daha sonra uğrayacağımız bütün köylerde tanık olacağımız üzere bütün köy halkının şehirlere, genellikle İstanbul ve Antalya’ya göç ettiklerini, köyde 60-80 ihtiyardan başka kimsenin yaşamadığını öğrendik. Kahve önceki akşama göre daha hareketliydi ve mevcut köy nüfusunun yüzde 25’ine denk gelen 15-20 kişiyi barındırıyordu. Tabii ki herkesin odak noktası bizdik ve kahveye her yeni gelene bizi hangi rüzgârın köylerine attığı anlatılıyordu. Takip ettiğimiz kervan yolundan bahsettiğimizde kahveci abi başta olmak üzere herkesten itiraz sesleri yükseldi ve bize gerçek kervan yolunun köylerinden geçtiğini, bizim önceki gün ulaşmamız gereken ancak varamadığımız Değirmenlik köyünün kervan yoluyla alakasının bile olmadığını belleklerimizde iyice yer etmesi için tekrar tekrar dinledik. Belli ki iki köy arasında Galatasaray Fenerbahçe çekişmesini aratmayacak bir husumet söz konusuydu; işte onlar aynı şehrin iki yaramaz çocuklarıydılar!  Muhabbet ilerledikçe biz onlara onlar bize ısınıyordu (gerçi bir önceki gün kahveci abinin bize net bir yok çektiği nescafenin dolapta durduğunu görmek ufaktan bir garez doğurmadı değil). Kahvehanenin zemini koruyucu bir karışımla sıvanmaktan siyaha çalan bir renge dönmüş ahşapla kaplıydı. Kahveci abi tam sırrını açıklamamakla birlikte çeşitli reçine ve yağları karıştırarak ahşaba sürdüğünü, zemindeki tahtaların 40-50 yıllık olduklarını söyledi. Gerçekten mekâna sıcak bir hava katıyorlardı ve bal dök yala denecek kadar temizlerdi.  Bütün bir günü oturarak geçirdiğimiz ve yapılacak en iyi şey tıkınmak olduğu için abur cubur stokumuzu hızla tüketmiştik. Köyde bakkal bulunmadığı için Asena’yla ben muhtardan bizi en yakın bakkallı köye götürmesini rica ettik. En yakın köyün Değirmenlik olmasına rağmen aralarındaki husumetten olacak muhtar aga bizi Bademli’ye götürdü. Bakkaldaki abur cubur ve kahve stokunu hunharca yağmaladıktan sonra köye döndük ve biz yokken ekibin yaptığı muazzam umumi tuvalet ziyaretini dinledik. Köylülerin tamamen kendi paralarıyla yaptırdıkları umumi tuvalet Paris’te eşi görülmeyecek cinstenmiş. Girişinden itibaren tabanından tavanına her yeri mermerle kaplı olan tuvalet son derece temizmiş de. Bu nimetten daha sonra yararlanmak üzere muhtarın yönlendirmesiyle köyün etnografya müzesini gezmeye yöneldik. Böylesine küçük, bakkalı bile olmayan bir köyde etnografya müzesi olması sadece ekran başındaki sizleri değil bizi de şaşırttı pek tabii, ancak işin sırrı yaptıranın kim olduğunu öğrenmemizle çözüldü. Eski Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal bu köylüymüş ve köyüne vefasını bir müze yaptırarak ödemiş. Şehirli çocukların cehaletini sabandan sapana her şeyi açıklayarak giderme hevesindeydi muhtar ağabeyimiz. Köy hakkında edindiğimiz bilgilere göre köylüler yoğun olarak İstanbul’un Kasımpaşa, Göztepe ve Küçükyalı semtlerinde oturuyorlarmış ve en yaygın meslekleri pastacılıkmış. Belki de hayatlarında pastayı göç edene kadar görmeyen insanların bu alanda uzmanlaşması hepimize ilginç geldi. Köyde belki pasta yoktu ancak bol bol abur cubur tıkınarak geçiriyorduk zamanımızı. Hayatımda bir tek askerde 12 saatlik gece nöbetleri boyunca bu kadar abur cubur yemiştim sanırım. Akşamın çökmesiyle lojmanımıza çekildiğimizde internetten bir sonraki varış noktamız Susuzşahap köyü hakkında bilgi edinmeye çalıştık. Facebook sayfalarında üyelerin yorumları bizi bizden aldı. Özkaynak Muzaffer isimli bir üyenin köye disko açılsın şeklindeki mesajına bir diğer üyenin cevabı anlamlıydı: “önce bakkal açılsın, sonra diskoya bakarız”.  Biz de kısa ve net bir mesaj bıraktık sayfaya “yarın geliyoruz, bando istemez, oğlak çevirme olur”. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder