26 Kasım 2014 Çarşamba

MELAS VADİSİ______Kahvehane Yolcuları Gün-6___Emerya-Üzümdere



Emerya köyü
Emerya köyünde kaldığımız eski okul dersliği




Henüz başına geleceklerden habersiz kameralara gülümserken


Üzümdere köyüne ulaşmak için yapılan asma köprü




Gülümsediğimize bakmayın, oyunun sıkıcılığına fazla dayanamadık
Bir an önce ayrılma isteğiyle uyandık sabah ancak yakıtsız yola çıkılmayacağı için kahvaltı yapmamız gerekiyordu ve en önemli besin kaynağımız ekmeği tüketmiştik. Köyde ekmek avına çıkma görevini Asena üstlendi. Tatlı dili ve güler yüzüyle görevi başaracağına inanıyorduk ancak söz konusu Emerya olunca bir tedirginlik de hâkimdi hepimizde. Kısa bir süre sonra ekmekle döndüğünde anlattığına göre pek de kolay olmamıştı ekmeği almak. Denk geldiği bir köylü kadından ekmek istediğinde önce yok cevabı alan Asena tatlı dilin işe yaramayacağını anlayıp zor zamanlar için sakladığı sivri diliyle bir güzel haşlamış kadını ve nihayetinde almış bizi açlığın sınırından kurtaracak ekmeği. Emerya’da yaşadığımız talihsizliği bir önceki gece dolunay olmasına, Satürn ve Mars’ın yanlış pozisyonlarına ve güneşten yayılan radyoaktif dalgaların dünyanın manyetiğini bozmasına bağlayıp bir sonraki sefere Emerya köylüleriyle bambaşka bir tecrübe yaşayıp, kucaklaşıp sevgi yumağı oluşturmak üzere ayrıldık. Önümüzde yine zorlu bir parkur vardı. Bir sonraki hedefimiz Üzümdere köyüne uzaklık çok olmasa da en dik yamaçlardan tırmanıp inecektik ve tırmanmanın yorgunluğunu küçük molalarla atlatabilmemize rağmen sırtımızdaki ağır çantalarla uzun ve dik yamaçlardan inmenin dizlerimize bindirdiği yükün acısı sonradan gani gani çıkacak ve yolculuğun geri kalanını tehlikeye atacaktı.

Üzümdere köyüne yaklaştığımızda bir dağın yüksekçe bir yamacına kurulmuş köye ulaşmak için son bir tırmanış yapmamız gerekiyordu. Yürüyüş her ne kadar zor geçerse geçsin köy görüş mesafesine girdiğinde yakında dinlenecek olmanın rahatlığıyla insan son kısımları çok önemsemiyor. Biz de köye yaklaşmanın gazıyla dümdüz tırmanıp işaretli yoldan çıktığımızı fark ettiğimizde o ana kadar her zaman işaretleri takip etmenin öneminden bahseden Benoit bile boş bulunup “boş ver yaaa” dedi ve biz neredeyse köye varmışken birden köyün çevresinden dolanıp dik bir yokuştan dağın tepesindeki kaleye tırmanırken bulduk kendimizi. Söylene söylene tepeye vardığımızda önümüzdeki manzara böyle yorucu bir hataya bile değecek türdendi. Doğu Karadeniz’in yüksek ve yemyeşil dağlarını hatırlatan dağlarla çevrili bir vadi, ortasından gürül gürül akan bir dere ve yamaca kurulu bir köy. Biraz dizinin acısından, ancak daha ziyade manzaranın etkileyiciliğinden gözleri doldu Gamze'nin. Biz de en az onun kadar etkilenmiştik ve yol kenarına yerleştirilmiş bir banka oturup uzun uzun doğanın ve anın tadını çıkardık. Köye indiğimizde bizi bekleyen Asena ve Ali'yle buluşup (onlar biraz arkamızdan geldikleri için bizim gibi yanlış yola sapmayıp köye bizden önce ulaşmışlardı) muhtarı aramaya koyulduk. Türkiye'de birçok köyde muhtara gerek kalmadan köylüler kalacak yer ve yemek de dâhil bütün ihtiyaçlarınızı seve seve karşılamalarına rağmen geçtiğimiz köylerin nüfusunun oldukça az ve sakinlerinin genellikle çok yaşlı insanlardan oluşması dolayısıyla genellikle köyün muhtarına talebimizi iletmek durumunda kaldık. Muhtar Bey bize köyün temiz ve bakımlı kahvesini tahsis etti. Soba ve mutfak gibi temel ihtiyaçlarımızı karşılamanın yanında LCD televizyon ve okey seti gibi lüks imkânlarıyla da kahvemiz göz kamaştırıyordu. Yemekten sonra köyün sakin gece hayatını biraz renklendirmek için okey oynamaya karar verdik. Hem 25 yıldır Türkiye'de yaşayan Benoit'nın asimilasyon sürecinin son ve en can alıcı noktası hâlâ oynamayı bilmediği okeyi öğrenmesiydi. Zaten rakısı, çiftetellisi ve geçmişte bıraktığı sigara tiryakiliğiyle tepeden tırnağa bir Türk olan Benoit ata sporumuz okeye de hemen uyum sağladı ve masadaki diğer oyuncuları taşlayarak, çifte gidip okeye dönerek şova başladı. Bize yirminci gibi gözüken henüz ikinci elimizi oynarken muhtar bey asayiş berkemal mi diye uğradığında bizi okey masasında görünce bir anda gözleri parladı. Yanımızda durup herkesin eli hakkında yorumlar yapmaya başladığında parmaklarını ovuşturmasından ve yerinde kıpır kıpır duramamasından oyuna dâhil olmaya can attığını anlamıştım. Çay doldurma bahanesiyle yerimden kalktığımda yerime oynama teklifimi henüz cümlenin sonundaki soru işaretini koymadan kabul etmişti bile. Bize okey öyle değil böyle oynanır dercesine taşları masaya çarpıyordu muhtar efendi. Bir iki elden sonra muhtarın içindeki okey aşkı bile bizim oyundan bıkkınlığımıza yenik düşünce muhtar bey müsaade istedi ve ayrıldı, biz de hemen bıraktık tabii oyunu. Bu arada diz ağrısı iyice şiddetlenen Gamze sabah bizden ayrılıp otobüsle İstanbul'a dönmeye karar vermişti. Vermişti vermesine ama henüz içinde yatan amazonun farkına varmamıştı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder