26 Kasım 2014 Çarşamba

MELAS VADİSİ______Kahvehane Yolcuları Gün-4___Süleymaniye-Değirmenlik-Susuzşahap

Değirmenlik köyü

Değirmenlik köyü kahvecisi

Köy camisine köprü bağlantısıyla ulaşabiliyorsunuz
Sonbarın getirdiği renk cümbüşü

Susuzşahap köyüne varmanın verdiği mutluluk yüzlerimizden okunuyor

Susuzşahap köyü konukevinde kavurma ve abaza peyniriyle akşam yemeği hazırlarken
Kendi ellerimizle topladığımız kekik ve dağ çayı keyfi

Bu senenin modası kırmızı
Muhtar Abi’nin getirdiği keçi peyniri ve domatesle hazırladığımız sandviçleri mideye indirdikten sonra, yine Muhtar Bey’in en kestirme yoldan Değirmenlik köyüne ulaşma tarifi üzerine yola koyulduk. Zaman ve mesafe kavramı gibi yön anlatımı da biraz çarpıktı canım köylümün. Biraz genel mantık, biraz takımyıldız koordinat bilgisi, koku alma yeteneğimiz ve içgüdülerimizi birleştirip yolumuzu bulduktan sonra kısa sürede ulaştık Değirmenlik köyüne ve bir mola vermek üzere kahvehaneye uğradık. Yolculuğun başından beri olduğu ve geri kalanında da olacağı üzere hep sıcak bir karşılamayla ağırlandığımız kahvehanelerde hiçbir zaman bizden çay, kahve parası alınmadı. Belki kesesi değil ama gönlü zengin köy ahalisi bizi her zaman sıcak bir çay ve ondan da sıcak gülüşleriyle karşıladı. Başka bir köyden buraya ürünlerini satmak üzere gelmiş, ancak bütün köylünün yağan yağmurun ardından açan güneşi fırsat bilip mantar toplamak üzere köyü boşaltmasından muzdarip bir teyzenin bizim şehirdeki konforlu hayatlarımızı bırakıp sırtımızda yüklerle dağlarda yürümeye geldiğimizi öğrenmesi üzerine sarf ettiği “aklınız yok, paranız çok” sözünün verdiği tebessümle çıktık tekrar yola. Köyün çıkışında alçak kısımları meşe ağaçları, yüksek kısımları ladin ağaçlarıyla kaplı bir dağı aşmamız gerekiyordu. Ağır ağır tırmanarak ve arada molalar vererek tepeye ulaştığımızda Benoit gözlüğünü kaybettiğini fark etti. Ufak bir panik anından sonra diğerleri dinlenirken ikimiz çantalarımızı bırakıp geldiğimiz yoldan geri giderek gözlüğe bakmaya karar verdik. Ben önden hızla inerken O da arkadan yavaş yavaş inmeye başladı. Ben yolu yarıladığımda dağlarda yankılanan bir Uğuuuurrrr sesi duyup geri seslendiğimde bir cevap gelmeyince dağdaki bol oksijenin beynime yüksek dozda nüfuzu sonucu nirvanaya erip gaipten sesler duymaya başladığımı düşündüm ve inmeye devam ettim. Bir buçuk saatte çıktığımız yeri koşar (veya uçar) adım 20 dakikada inerek neredeyse köye varmışken çalan telefondan gelen mesaja sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. Benoit gözlüğü bulmuş ve diğerlerinin yanına dönmüştü, aşağı inerken ben Benoit’nın cep telefonunu yanıma aldığım için de ancak şimdi arayabiliyorlardı. Kös kös bütün dağı tekrar tırmanırken kendimi “Sylvester Stallone 60 yaşında hala Rambo filmi çevirebiliyorsa ben de bu dağı tekrar çıkabilirim” diyerek motive ediyordum…

Sonbaharın altın sarısına boyadığı yaprakların, bütün vahşilikleriyle doğada serbestçe koşan atların arasında girdik Susuzşahap köyüne. Âdet olduğu üzere kahveye oturduğumuzda yanımıza ilk gelen köylüyle nasıl olduğunu anlayamadığım bir şekilde din ve müslümanlık üzerine bir sohbete girmişti Ali. Ali sordukça amca coşuyor, sözlerinin keskinliğiyle bütün kafirleri kılıçtan geçiriyordu. Sözlerine yaptığımız yorumlar ve sorulan sorular üzerine Ali’yi hristiyan, Benoit’yı musevi, daha önce kaldığımız Süleymaniye köyündekileri ise dönme ilan eden amca sonunda ulu Zeus Benoit’nın şimşeklerini üzerine çekmeyi başardı ve ağzının payını aldıktan sonra yanımızdan ayrıldı. Neyse ki sinirimizi alıp bizi sakinleştirecek şaşkın bir çaycıyla karşı karşıyaydık ve kısa sürede öfkemizin yerini kahkahalar almıştı. Uzun yıllar İstanbul’da çalıştıktan sonra bir sene önce köye dönme kararı alıp köyün kahvesini işletmeye başlayan şaşkın çaycımız istisnasız her siparişimizi çayların ve ada çaylarının sayısını karıştırarak getirince bir süre sonra bize sadece kahkahalar eşliğinde bahtımıza ne çıkarsa içmek düştü. Bir süre sonra bizi karşılamaya gelen muhtarı görünce hepimiz ufak bir şaşkınlık yaşadık, o ana kadar bütün köylerde karşılaştığımız en genç kişi köyde muhtarlık görevini üstlenmişti. Gençliğinin verdiği dinamizmle bize doğup büyüdüğü İstanbul’daki işini kaybedince memleketine yerleşip yeni bir hayat kurduğundan ve köyle ilgili projelerinden bahsetti. Öncelikli ve en önemli projesinin köye ismini kazandıran susuzluk problemine bir çözüm bulmak olduğunu anlattı (köy adının ikinci kısmı şahap kayan yıldız anlamına geliyormuş, bir köy için oldukça iddialı bir isim “susuz kayan yıldız köyü!”). Kahveden kalktığımızda yolda o civarda ün sahibi Hese Dayı’yla karşılaştık. Hayatını çevre dağlarda avcılıkla geçirmiş, dağların her bir parçasına ayak basmış, hatta TRT’nin Giden Gelmez Dağları belgeselinde de boy göstermiş Hese Dayı artık yaşlanmıştı ve bir baston yardımıyla ağır adımlarla yürüyordu. Bize “o dağları benim için de gezin” dileğini yüreğimiz biraz burkularak ama memnuniyetle kabul ettik. Misafir evine vardığımızda ev bize kaldığımız çadır ve terkedilmiş lojmandan sonra bir şato gibi göründü. Sobası, koltukları, banyosu, mutfağıyla krallar gibi bir gece geçirecektik. Hemen sobamızı yaktık ve tüm umutlarımıza rağmen bir köy evine yemeğe davet edilmediğimiz için elimizdekilerle soba üzerinde yemeğimizi pişirip afiyetle yedik. Sonrasında ben sobanın sıcaklığına güvenerekten banyosuz geçen dört günden sonra buz gibi suyla bir güzel yıkanıp rahatladım, ancak diğerleri 8 gün boyunca banyo yapmamakta kararlıydılar (ve bunun sonuçlarına hep birlikte katlanacaktık!!!    Şaka tabii!)  Ayaklarımızı uzatmış evin keyfini sürerken Benoit’nın telefonu çaldı ve arayan her gün olduğu üzere Dursun Bey’di. Rotamız üzerindeki Emerya köyünde yaşayan ve Melas Vadisi kitabının yazarı Emrah Bey vasıtasıyla Benoit’nın iletişime geçtiği Dursun Bey’i önce rehber olarak tutmayı düşünmüş, sonra rotayı kendimizin yapabileceğimize karar verip vazgeçmiştik. Dursun Bey her gün arayarak nerede olduğumuzu ve her şeyin yolunda olup olmadığını kontrol ediyordu. Bizimle bu kadar alakadar olmasına seviniyor, sonunda bir köy evinde enfes yemeklerle ağırlanmanın, hatta yolculuğun başından beri hayalini kurduğumuz oğlak çevirmenin bile mümkün olacağının düşünüyorduk. Çitten atlayan oğlakları sayarak, sonra onları çevirme yaparak tatlı rüyalara daldık…

1 yorum: